Yeniden Düşünmek (3): Sentez

Serimizin ilk iki sayısında laiklik ve sekülerizm kavramlarından bahsetmiştik. “Yeniden Düşünmek” serimizin son yazısı olan bu yazımızda ise bu iki kavramın birbiriyle olan ilişkisine ve aralarındaki senteze değineceğiz.

 

Serinin önceki yazılarında da söylediğimiz gibi laiklik siyasi olguya tekabül eden bir kavramken, sekülerizm ise toplumsal olguya tekabül eden bir kavramdır. Ancak bu her iki kavramın da bağlantılı olduğu nokta dinle olan ilişkileridir. Laiklik, dinin devlet ile olan ilişkisiyle alakalıyken, sekülerizm toplumun dinle olan ilişkisi ile bağlantılıdır. Diğer yazılarımızda da ele aldığımız gibi, her ne kadar bu iki olgu birbirinden bağımsız hareket edebilen iki farklı değişken olarak görülse de bu durum pek de öyle değildir.

 

Biri siyasi, biri toplumsal olgu olan bu iki kavramın hangisinin önce gerçekleşebileceğini ve hatta gerçekleşmesi gerektiğini söylemek güçtür. Buna göre farklı sosyal toplulukların (millet, toplum, halk vs., artık adına her ne derseniz) izlediği yola baktığımız zaman bazılarında önce laikliğin, bazılarında ise sekülerleşmenin gerçekleştiğini söylemek mümkün olabilir. Örneğin Fransa’yı ele aldığımızda, sekülerizm toplumsal bir değişim ile laiklikten önce gerçekleşmişken, Türkiye’yi ele aldığımızda, toplum sekülerleşme sürecini tamamlamadan devlet laikleşmiştir. Dediğim gibi her ne kadar bu kavramların gerçekleşme sırası tam kesin olmasa da, ikisinin de sağlam temellerde oluşması, yetişmesi ve birbirini beslemesi oldukça önemlidir.

 

Peki bu iki kavram arasında sağlıklı bir ilişki kurulamaz ise ve toplum veya devlet bunlardan birinden yoksun kalırsa nasıl bir sonuç gerçekleşir? Benim fikrime göre herhangi birinin varlığı diğerinin yokluğunda gerçekleşiyorsa, hangisinin var olup yok olduğu fark etmeksizin hem devlet, hem de toplum bazında siyasi veya sosyal bir kriz meydana gelmesi kuvvetle muhtemeldir.

 

Her iki senaryoyu da ayrı ayrı inceleyecek olursak, toplumun seküler olduğu, fakat devletin laik olmadığı bir durumda her iki taraf da büyük zorluklar çekecektir. Bu durumda, devlet toplumu yansıtmayacak, taleplerini karşılayamayacak ve büyük bir olasılıkla meşruiyet sorunu dahi yaşayacaktır. Her ne kadar da toplumun seküler olup, devletin laik olması diğer ihtimale nazaran düşük olasılığa sahip olsa da, bu gibi bir durumda toplum, devleti, kendi devletini, aynı çizgiye çekmeye çalışacaktır. Tam da bu sebepten dolayı bu gibi bir durumun olma ihtimali çok düşük, sürdürülmesi ise neredeyse imkânsızdır.

 

Diğer bir senaryoda ise, ki bunun olması bir öncekine göre daha muhtemeldir, devletin laik olduğu, ama toplumun seküler olmadığı durumlarda derinlikli bir kriz hem devleti hem de toplumu bekliyor olacaktır. Bu durumun bir öncekinden yüksek olma ihtimalinin nedeni, top-down process adını verdiğimiz, devletlerin uyguladığı “tepeden inme” devrimler veya reformlardan dolayıdır. Burada, böyle bir ilişkinin varlığı sosyopolitik bir krize şöyle neden olabilir. İlk olarak, devlet açısından bakacak olursak, devleti yönetenler topluma mensup bireyler olduğundan, seküler olmayan bir toplumun mensupları arasından bazıları, hatta birçoğu devletin laik olma durumunu sorgulayabilir ve buna karşı bir pozisyon alabilir. Bu, laik devletin işleyişini tehlikeye atacak ve uzun vadede bu yapı bir “zihniyet çürümesine” maruz kalacaktır. Diğer yönden bakacak olursak, seküler olmayan bir toplum laik bir devlet tarafından, gerek eğitim, gerek çalışma, gerekse sosyal alanda laik politikalar ile yönetilmeye çalışıldığından ötürü, toplumsal rahatsızlıklar baş gösterecektir. Bu düzene kendini ait hissetmeyen toplum, bunu ya barışçıl ya da şiddetli yollarla değişmeye kalkabilir. İşte tam da bu noktada hem toplumsal, hem de siyasi bir krizle karşı karşıya kalınacak ve siyasi ve toplumsal bir değişikliğe gitmek kaçınılmaz olacaktır. Bu senaryonun bir örneğini çok yakın bir coğrafyada ve çok yakın geçmişten beridir gerçekleşmesini izlemekte ve yaşanan hem siyasi, hem de toplumsal krizin en yakın şahidi olmaktayız.

 

Burada altını önemle bir kez daha çizmek istediğim husus şudur ki; laiklik ve sekülerizm arasında var olan bu ikili ilişkinin en sürdürülebilir olanı ikisinin de aynı anda var olmasıyla gerçekleşebilir. Ancak bir ülkede ikisinin de aynı anda var olabilmesi için benim kanaatimce sekülerleşmenin laiklikten önce oluşmaya başlaması ile olacaktır. Bunun birinci sebebi, sekülerleşmenin laiklikten çok daha uzun bir vadede gerçekleşecek olması ve bunun toplumda oturmasının zaman alacağıdır. İkinci nedeni ise, sekülerleşen bir toplum, devletini de laik hâle getireceğinden dolayı (her ne kadar ilk başta yine bir kriz ile olma ihtimali olsa da) işte o zaman uzun vadede sürdürülebilir, oturmuş ve başarılı bir düzen kurulabilir.

 

Bu nedenle, bu sentezin bu şekilde var olmasındaki en önemli faktör toplumdur. Benim görüşüme göre, bu sentezin sağlıklı bir ilişki olarak sürmesindeki kilit rolü toplum oynamaktadır. Çünkü, biz siyasetçilerin arasında şöyle bir söz vardır: “Bir gün yasa ile toplum arasında kalırsan toplumu seç. Çünkü toplumla o yasayı istediğin gibi değişebilirsin.”

 

Bu nedenle toplumun gücü belirleyici faktör olarak görülebileceğinden, toplum seküler olmayı başardıktan sonra, devlet de eninde sonunda laik olacaktır.

 

Serimizin sonunda toparlayacak olursam, devletler laik olurken, toplumlar seküler olurlar. Her iki süreç de birbirinden kısmen de olsa bağımsız hareket ederken, varlıkları birbirlerini beslemekten geçmektedir. Her iki kavramın da sorgulandığı bir dönemden geçtiğimizden ötürü, bu kavramlara inanan, destek veren ve onlarla yaşamak, var olmak isteyen devlet ve toplumların her ikisine de sıkı sıkı tutunmaları ve onlara olabildiğince sahip çıkmaları gerekmektedir. Aksi takdirde bu sentezin (hâlihazırda var ise) sekteye uğraması hâlinde siyasi ve toplumsal bir krizin gerçekleşmesi kaçınılmaz olacaktır.

 


 

Fotoğraf: filmful, rawpixel.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir