Kafka’nın Paltosu

Gecenin birinde ansızın aklımdaki kapılardan birinin çalmasıyla tedirgince yerimden kalkmışım da yerde biraz şüpheli, çokça da beklenmedik bir paket bulmuşum hissi yaratıyor hatırladığımı unuttuğum birkaç kelime.

 

“… soluğu biter, sorunu bitmez insanın”

 

Böyle gecelerde kendimi “Kafkavari” bir yolculukta bulduğumda, hayatın art arda sıralanmış “Kafkavari” yolculuklardan ibaret olduğu düşüncesi gelir hep aklıma. Varoluşumuz hayatın beraberinde getirdiği sıkıntılara ve içsel bunalımlara karşı sürekli bir savaş ve savunma hâlinde olma durumu değil de nedir aslında?

 

Bu içsel sıkıntıların üstüne modern yaşamın getirdiği baskılar da eklenince gündelik bir kaos durumunda bulmak kendimizi pek de zor olmuyor. İçsel sorunlarımız mı içimizdeki sorunların kaynağı yoksa içimizdeki sorunlar mı iç dünyamızdaki huzuru tehdit ediyor çözemiyorum biraz kafa yormadan. İnsani ilişkileri göz önünde bulundurduğumda, karşı karşıya kaldığımız sorunların karşısında dik duramıyoruz, sanki kendi huzurumuzu sabote etmek için daha çok çaba sarfediyoruz gibime geliyor. Olmadığımız, kendimizi olmaya zorladığımız veya olmak istediğimiz ama bunun için çabalamaktan kaçındığımız her şey Kafka’nın üzerine ağın gelen paltosu biçiminde somutlaşıyor ve omuzlarımıza çöküyor bana sorarsanız. Hâl böyle olunca, önümüze çıkan ilk zorlukta “Nasıl taşırım koskoca dünyayı sırtımda?” yakınmaları kaçınılmaz oluyor, dünyayla aramızdaki engele dönüşüyor bu ağırlık. Rahatsızlığımızı, huzursuzluğumuzu açıkca ortaya koymayı biliyoruz bilmesine de bir türlü şu koca paltoyu çıkarmayı başaramıyoruz. Gürültülü ve biraz da hüzünlü yakınışlar dikkatimizi dağıtıyor olmalı ki, ne sorunun özüne inebiliyoruz, ne de neden ve nasıl omuzlarımıza yerleştiğine dair bir çözüm üretemiyoruz. Özüne inemediğimiz her bir sorun da kendi özümüzden bir şeyler eksiltiyor birer birer.

 

Sorunlarımızı, kusurlarımızı suç üstü yakalıyoruz da nedense bir türlü yargılanamıyorlar mantığımızın mahkemesinde. Kendimizde eksik, yetersiz olarak gördüğümüz her ne varsa, onlar yönlendiriyor sanki çevremizde olan bitene karşı tepkilerimizi. Kendi mutluluğumuzdan eksiltecek korkusuyla ya da kendi mutsuzluğumuzu gün yüzüne çıkaracak endişesiyle diğerlerinin mutluluğuna sevinemiyoruz. Bir diğerinin başarısını, emeğini, yükselişini işin içine kendimizi koymadan, kafamızda çabucak kıyaslamalar yapmadan takdir edemiyoruz. Bunun yerine, alışılagelmişliğin etkisinde içtenliğini ve gerçek anlamını yitirmiş iki üç kelimeyle otomatik ve mekanik tepkiler vermeyi tercih ediyoruz. İçtenliğin bu denli katledilmesine nasıl içerlenen bir ben oluyorum şaşıp kalıyourm. Olduğumuz ve olmayı istediğimiz kişi; hedeflerimiz, mutluluğu, başarıyı, huzuru tanımlamamız; hayatımızdaki insanlar, yaşadığımız olaylar, verdiğimiz kararlar ve geleceğe dair düşlerimiz birbiriyle alakasızken neden kıyaslamalar peşinde gözü bağlı bir şekilde nefes nefese koşuyoruz? Neden bu acıklı girişimlerde sanki günümüzün baskın sanat biçimiymişcesine ustalaşıyoruz? Aslında koca bir yanılgıya düşüyor, benliğimize uzak ve aykırı düşünceler ile çarpık hislerimizi “özgür” kılıyoruz. Ustalaştığımız tek şey de sanırım bu oluyor… Çoğu zaman kendimizi ait olmadığımız durumların içine bile isteye katıyor, ağırlığını taşıyamadığımız paltoyu kendi ellerimizde kendi kollarımızdan geçiriyoruz. En kötüsü de, bunun çoğu zaman bilincinde bile olmuyoruz; üzerimizde aynı palto, bir mevsimden öbür mevsime geçerek yaşıyoruz.

 

Aniden aklımızın kapıları çalınca da ne kapıyı ne de yerdeki biraz şüpheli, çokça da beklenen ama hep inkâr edilip görmezden gelinen paketi açacak cesareti buluyoruz kendimizde. Bulduğumuz tek şey demir parmaklıkların ardına mahkûm etmeyi reddettiğimiz çarpık, suçlu hislerimiz ve eğreti düşüncelerimiz içinde hapsolan kendimiz oluyor günün sonunda.

 

Her ne kadar kimsenin aklını, fikrini ve kalbini nasıl yöneteceğine dair müdahale edemesem de bu yolculuğun sonunda herkese yöneltebileceğim bir soru kalıyor yine de.

 

Aklınızdaki kapıları çalıyorum, kimse yok mu?

 


 

Kapak fotoğrafı: Free-Photos, Pixabay.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir