Muhakkak ki Erhan Arıklı’nın Şener Levent başta olmak üzere Kıbrıs’ın yeniden birleşmesini savunanlar hakkında yazdığı hastalıklı yazıyı hepimiz görmüşüzdür. Yazının savunulacak bir tarafı olmamakla beraber milletvekilliğinin ilk döneminde Arıklı’nın düzenli olarak bu yazı üzerinden eleştirilmesi bana doğru gelmiyordu. Bunun sebebi, ana muhattap olan Şener Levent’in kendisine yapılan özrü kabul etmiş olduğunu belirtmesi ve on beş yıl önce yazılmış yazıdan dolayı Arıklı’nın duyduğu pişmanlıktı. On beş sene önceki yazı değil de bugün söyledikleri daha önemliydi ve eleştiri yapılacaksa bugün üzerinden yapmak doğru geliyordu.
Ancak perşembenin gelişi çarşambadan belliymiş ve ben bunu hesaba katmamıştım. Arıklı’nın özellikle bakan olmasından sonra hem girdiği yıpratıcı kurultay yarışı hem de aldığı bakanlık görevinin altında yıkılması önceleri daha sessiz yaptığı hakaretleri daha da açıkça yapmasına sebep oldu. Muazzez Gazihan’ın programına bağlanarak ağzına geleni söylemesi, Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunu hedef alarak ellerinin kırılacağını tehdit etmesi, kendisini eleştiren muhalefet partisi üyelerine yönelik içinde “pezevenk” kelimesi geçen açıklamaları ve son olarak bir muhalefet milletvekiline yönelik “salak” şeklindeki hitabı ile Erhan Arıklı kendi şahsi itibarını toparlanamaz şekilde dağıttı.
Uzmanlık alanı olduğunu iddia ettiği ekonomi üzerine marifetlerinin yandaş istihdam etmekten ileri olmadığını gördüğümüz Arıklı, aynı zamanda bir toplum bilimci olduğunu da iddia ederken aynı zamanda Kıbrıslı Türklerin bir kısmının Linobambaki kökeni üzerinden geliştirdiği ırkçı söylemlerle de bu konuda da ne kadar uzman olduğunu gözler önüne seriyor. Bunu yaparken, muhakkak büyük saygı duyduğu Osmanlı Devleti’nin her kademesine sirayet etmiş devşirme geleneğine ve padişahların birçoğunun annelerinin Slav ve Hristiyan kökenli olmalarını unutup kafatasçılık yapmaya devam ediyor. Yani hükûmetin iki numarası, gözümüzün önünde hiç gocunmadan ırkçılık yapmayı kendisine hak görüyor, canı çektiğine canı çektiği gibi hakaret ediyor, sonra da ara sıra özür diliyor.
Öte yandan toplum lideri olması gereken Ersin Tatar bizi oldukça prestijli bir uluslararası yayıncının önünde ayrı bir ırk olarak ilan ediyor. Kıbrıslı Türklerin uluslararası prestijini sıfırlayacak söylemlerinin yanı sıra diplomatik olarak tükenmişlik nedeniyle ülke gençliğinin sorunlarına çözüm üretmek yerine yeni sorunlar ekliyor. Pandeminin ilk günlerinde önce Türkiye, sonra da üçüncü ülke vatandaşlarına karşı yapılan söylemlerini hatırladığımız zaman toplum liderinin bir ırkçı olmadığını iddia etmek oldukça zor hâle gelmiştir. Bu konuda da zaten destekçileri oldukça sıkıntı yaşamaktadır.
Siyasi figürlerin, özellikle dil, din, ırk gibi konularda toplumu bütünleyici konuşmalara girmeleri bu yüzyıl için normalden de öte bir zorunluluktur. Buna karşın Cumhurbaşkanlığı ve Başbakan Yardımcılığı koltuklarında oturanlar sadece yıkıyor, kırıyor ve geçiyorlar. Söylediklerinin ne anlama geleceğini idrak etmekten ya da bundan imtina etmekten yoksun şekilde dağıtıyorlar ve tabii toplayamıyorlar. Tüm bunların toplumsal ve uluslararası tahribatı giderek büyüyor ve birileri sürekli “öteki” konumuna düşüyor.
Tüm bunların bir an önce sona ermesi için her ne kadar ayrımcı ya da ırkçı olsalar da, dilleri her ne kadar seviyesiz olsa da bu seviyede topluma hitap eden kişilerin söylemleri ekseriyetle kontrol altında tutulmalıdır. Yoksa bu söylemlerden güç alarak yaptıklarını haklı görecek onlarca hastalıklı ırkçı ile karşı karşıya kalmak bu küçük toplumda görmek istediğimiz son şeylerden birinin gerçekliğe bürünmesi anlamına gelecektir.
Fotoğraf için tıklayınız.