Birleşik Krallık’ın Demokrasi İmtihanı

Theresa May, bir ay içinde iki adet güvensizlik önergesi ile karşılaştı. İlki kendi partisi olan Muhafazakâr Parti içinde, ikincisi ise geçen hafta parlamentoda gerçekleşen oylama. İkisinde de sebep aynı: Brexit. İkisinde de niyet aynı: Farklı bir yönetim ile farklı bir Brexit.

 

Ancak, her iki seferde de mevcut hükûmet güvenoyu almayı başardı. Parti içinde çoğunluğu elde eden Theresa May, Parlamentoda da partisi ve koalisyon ortağı tarafından desteklendi.

 

Elbette, Sevgili Cemal Uysal’ın yazısında da bahsettiği gibi iktidar olma hevesi her zaman arka planda dolaşır. Muhafazakâr Parti içinde de, parlamento içinde de iktidar olmak isteyen taraflar vardır.

 

İşçi Partisi bunun birebir örneğidir. Brexit konusunda hiçbir net görüş sunmayan İşçi Partisi, elbette ki mevcut durumu genel seçim ortamına çevirmeye çalışan hamleler yapmıştır. Ana muhalefet olarak da parlamentoda güvensizlik oyu başlatan parti olmuştur.

 

Fakat günün sonunda gündemi meşgul eden ve siyasi hamlelere bahane olan yegâne meselemiz Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılmasıdır. Bu mevzu üzerinde konuşmak bizi iktidar kavgasının oluşturduğu satranç oyunundan alıp, onun yerine demokrasi hakkında biraz daha düşündürecektir. Çünkü, bu konu sadece Britanya siyasetini değil, direkt olarak demokrasisini sarsan, bildiğimiz ve “uğruna ölünecek” değerleri tekrar sorgulamamıza yol açan bir gündem.

 

Brexit sadece Britanya’yı takip edenlerin değil, demokrasiye gönül vermiş her birey, demokratik olduğunu iddia eden her ülke ve demokrasinin evrensel olduğuna inanan her gücün gözden kaçırmaması gereken bir süreç.

 

Referandumlar, genel seçimler gibi “kutsal” olaylardır. Bütün milletin gündelik hayatı askıya alıp, ülkesinin geleceği için her bireyin siyasete girdiği bir zamandır. Böyle bir zamanda herkesin görevi, kendi görüş ve inanışları doğrultusunda, hür bir irade ile oyunu vermek ve günün sonunda milletin iradesini gösterecek olan çoğunluğun verdiği kararı, her hâlükârda, birey, karşı oy vermiş olsa bile, çoğunluk kararını kendi vermiş gibi kabul etmektir. Hayatına ise verilen karara itaat edecek şekilde devam etmesidir.

 

Öyleyse, Brexit bir hata mıydı? “Kutsal” referandum hatalı bir karar mı doğurdu? Demokrasi bizi yarı yolda mı bıraktı?

 

Brexit’e başından beri inanmayan biri, referandumda da ret oyu vermiş biri, haklı olduğunu iliğine kadar hisseden ve günden güne bunu gözlemleyen biri, çoğunluğun verdiği karara itaat etmek zorunda mı?

 

Değişken Bilgiler, Değişken Görüşler

Demokrasi ideali, hayatın gerçekliği ile çakışınca, demokrasiyi evrensel yapan temel inancı geçersiz yapmaz mı? Öyle ki; çoğunluğun verdiği karar her zaman doğru değilse, çoğunluğun verdiği karara niye itaat edelim ki?

 

O kadar basit değil. Avrupa Birliği’nden çıkmaya “evet” demiş bir millet, herhangi bir anlaşmaya otomatik olarak “evet” demiş sayılmaz. Bu yüzden Theresa May’in parlamentoda oylamaya sunduğu anlaşma eğer ki milletvekilleri tarafından desteklenmemiş ise, doğal olarak millet tarafından da desteklenmemiş demektir. Milletvekilleri, milletten daha iyi bilecek diye bir durum yok, fakat milletvekillerinin, millet için karar verecek durumu ise var.

 

Referandumda verilen kararı incelediğimizde, oy verenlerin AB’den çıkmak istediklerinde akıllarında İrlanda’nın sınır sorunu veya £40 milyarlık boşanma masrafı yoktu.[1] Hâlbuki, Avrupa Birliği’nden çıkmayı savunanların propaganda döneminde verilen sözler Türkiye’nin AB üyesi olma ihtimali yanında, “meşruluğu geri alma” ve “kendi kurumlarımıza daha iyi bütçe vermek” noktalarına odaklanmış, birçok mukayese programında ses verilmiştir.[2]

 

Peki, gerçekler nasıl değişti? İrlanda sınırının Birleşik Krallık’ın (BK) AB Gümrük Birliği’nden çıkması durumunda “sert sınır” hâline gelmesi, artık her gelip gidenden pasaport sorulması, gümrük kontrolü gibi, “iki farklı ülke” muamelesi gerekeceği bir gerçek; propaganda döneminde dillere pelesenk olmuş olan BK’nin sağlık sistemi olan NHS’e yapılacağı vadedilen “haftalık £150 milyon”un ise tamamen asılsız olduğu da açıkça belli olmuştur.[3][4]

 

Okuyanlar bilecektir, karar vermek hakkında bir yazı yazmıştım. Bu yazımda bilgilerin kalitesi ve miktarının, vereceğimiz kararın ne kadar doğru ve yerinde olduğunu etkilediğini anlattım. Bu basit açıklamayı önemli yapan nokta bu bilgiyi sağlayacak olan kurumların en yüksek standartta çalışması gerektiğiydi.

 

Pekâlâ, fakat bu mevzubahis kurumlar -konumuza uygun bir örnek olarak AB’den çıkmayı destekleyenler- yanlış bilgi ile yetersiz bilgi sağlayınca aldığımız kararların; güncel, bol miktarda ve doğrulanabilir bilgiler sağlanınca değişmesi olası değil midir?

 

Bırakınız Gitsinler, Bırakınız Dönsünler

Belli bir süre boyunca dönülemeyecek bir yola girildiği düşüncesi tartışmaya hâkimdi. Verilen karardan dönülemeyeceği, AB’nin buna yasal olarak izin vermeyeceği görüşü belli bir ikna gücüne sahip olmuştu.

 

Fakat, bu görüşün aksini doğrulayan, Avrupa Adalet Mahkemesinin (AAM) aldığı karar oldu. Bu karara göre Birleşik Krallık milleti, kendi aldıkları kararı yine kendi başlarına, AB’ye mensup diğer 27 üyeye danışmadan geri alabilecekleri oldu.[5]

 

Bu bilgi ışığında, incelenmesi gereken son nokta, Westminster Sarayı’ndan, yani parlamentonun kendisinden başka yer değildir.

 

Başbakan, parlamentoda kararın geri alınabileceğini kabul ettiğini ilan etti, zira kendisi bu meseleyi bahane ederek kendi anlaşmasını parlamentoda geçirmeye çalışıyordu. Başbakanın kendi anlaşmasını geçirmek için başka yolu olmadığını tekrar tekrar söylemesi anlaşmanın tarihî bir ret oyu almasını engellemedi.[6][7]

 

Bu ret oyu ardından oluşan kargaşada başta bahsettiğim ikinci güvensizlik oyu yaşandı. İkinci kez güvenoyu alan hükûmet ile çözüm arayışı devam ediyor. Ancak, parlamentoda çoğunluk yaratacak bir kararın olmadığını anladığımıza göre, prensip bakımından ve gerçek iradeyi temsil etmesi bakımından elde kalan alternatif ikinci bir referandum olacaktır.

 

İkinci Referandum ile İkinci Şans

Yapılan referandumun başından beri yaşanan süreçten bu yana demokrasinin hasara uğradığı, millî iradenin siyasi olarak bir anlamı olmadığı ve hatta parlamenter sistemin gerçek bir demokrasi olmadığı sonucuna varmamızı sağlayacak pek çok olay yaşandı.

 

Lakin, böyle bir sonuca varmak fazlasıyla erken olacaktır. Alınan karardan beri ortaya çıkan yeni ve gerçekçi bilgiler, demokratik anlamda, yasal anlamda, meşruluk bazında ve kişisel olsa da, bence gidilebilecek tek doğru yolun ikinci referandum olduğunu gösterir.

 

Soruyu, en güncel ve yalın hâliyle, bir daha halka sorun. Halk, hızlı değişen gündemde, bu kadar hayati bir mevzuyu, ikinci kez ve esaslı yanıtlamaktan ve siyasete bir kez daha irade, demokrasiye ise bir daha güç kazandırmaktan gücenmeyecektir.

 


 

Referanslar:

Brexit konusunda, Jo Johnson’ın istifasını takiben yazdığı ve kendi görüşleri ile durumu yorumlayan Mert Yücel’in yazısını okumanızı öneririm.

[1] https://cdn.obr.uk/EFO_October-2018.pdf#page=163 (Boşanma masrafı)

[2] https://www.bbc.co.uk/programmes/p03w7qxx/members (AB referandumu tartışmaları)

[3] http://europa.eu/rapid/press-release_MEMO-18-6423_en.htm (İrlanda sınırı)

[4] https://www.theguardian.com/politics/reality-check/2016/may/23/does-the-eu-really-cost-the-uk-350m-a-week (NHS)

[5] https://www.theguardian.com/politics/2018/dec/04/uk-can-stop-article-50-without-eu-approval-top-ecj-adviser-says (AAM kararı)

[6] https://www.politico.eu/article/brexit-deal-rejected-by-432-votes-to-202-2/

[7] https://www.theguardian.com/politics/2018/dec/10/uk-can-unilaterally-stop-brexit-process-eu-court-rules

 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir