Cadı tanımı eminim ki çoğumuz için Tatlı Cadı filminden, Narnia Günlükleri‘nden ya da Oz Büyücüsü‘nden dolayıdır ki tatlı, büyü yapmayı bilen ve topluma zararsız bireyler olarak aklımıza kazınmıştır. Fakat ne yazık ki, tarihe bakıldığında “cadılık” masum bir tanım olarak kabul edilmemiştir.
On dokuzuncu ve yirminci yüzyıllar arasında Avrupa’da sayısız cadı avları gerçekleştirildi. Cadılar, çeşitli inançlara göre güçlü bir büyücü olması beklenen ve bu yeteneğini sadece olumsuzluk, yıkıcılık ve kötü amaçlarla kullanan kadınlardır. Tarih boyunca insanlara acı verdikleri, onları hasta ettikleri ve hatta öldürdüklerine inanılmıştır.
Peki neden kadınlar? Neden kadınlar cadı avlarının %85’i kadar yüksek paydayı oluşturuyor? İnsanlık tarihinin en başına kadar gittiğimizde üç dinin de birleştiği cennetten kovulma hikâyesine varıyor. Âdem’in Havva yüzünden cennetten kovulması, Havva’nın suçlu Âdem’in ise mağdur olduğuna vurgu yapıyor. Kadın, günümüzde bile pek değişmeyen o hor görülme rolüne sokuluyor.
On dördüncü yüzyılda gerçekleşen “Little Ice Age” yüzünden oluşan yiyecek sıkıntıları, değişen hava durumuna adapte olamayıp ölen hayvanlar ve aynı zamanda yüzyılın en korkunç olayı olarak görülebilecek veba salgını cadı avlarının başlangıcı oldu. Toplumdaki pozisyonu artmaya başlayan kadınlar, yüzyılın bütün felaketleri için suçlanabilecek mükemmel kılıfı oluşturdular.
Malleus Maleficarum, yani Cadı Balyozu bundan tam 520 yıl önce yayınlandı. Tarihte çok az sayıda kitap, Malleus Maleficarum kadar etkili olmuştur. Yargıçlara ve inananlara, cadıların nasıl tanınacağından nasıl sorgulanması gerektiğine, nasıl yargılanacaklarından idam biçimine kadar inanılmaz bilgi ve tavsiyeler sunan bu kitabın içinde “Neden daha çok kadınlar şeytani hurafelere bağımlıdır?” diye bir bölüm bile mevcut.
Cadı avının yapıldığı üç yüzyıl içerisinde 40 bin ile 80 bin arasında infaz gerçekleştirildiği düşünülmektedir. Buradaki en önemli nokta ise cadı mahkemelerinin nasıl kurulduğudur. Genellikle hastalanan bir inek, vaktinden önce çürüyen bir mahsul veya basit bir kıskançlık birini cadılıkla suçlamanız için yeterli oluyordu. Bir kişi cadılıkla suçlandığında ise sistem daha da vahşi bir hâl alıyordu. Suçlamayı yapan kişiler değerlendiriliyor, on kanıt toplanmaya çalışılıyor olsa bile sorgu aşamasında suçlanan kişi cadı olduğunu itiraf edene kadar işkenceye maruz kalıyordu.
Yargılanan kişinin cadılığını kanıtlamak için birçok yöntem vardı. “Devil’s mark” olarak bilinen yöntemde, kişi çırılçıplak soyulur ve tüm vücudu dikkatle incelenirdi. Şeytanın işaretini andıracak bir ben ya da doğum lekesi bulunursa buna iğne ya da kanca batırılır, cadının canının acıyıp acımadığına ve yaranın kanayıp kanamadığına bakılırdı. Eğer suçlanan kişi acı çekiyor ve kanıyorsa, masumdu. En acımasız tekniklerden biri olarak kullanılan “cadı yüzdürmek” olarak bilinen yöntem çok popülerdi. Suçlanan kişi bir ağırlığa bağlanarak suya atılırdı. Eğer ağırlığa rağmen suyun üstüne çıkabiliyorsa, cadı olduğu için öldürülmesi gerekirken, diğer seçenekte masum olmasına rağmen boğularak ölüyordu.
Orta Çağ Avrupa’sı için kadın, inandıkları dinin peygamberi Hz. İsa’nın annesi Meryem söz konusu olduğunda el üstünde tutulacak kadar kutsal, ilk günahı işleyerek tüm insanlığı günah içinde doğmaya mahkûm ettiği için, çekilen acıların sebebi olduğu için Havva söz konusu olduğunda bir o kadar sıradan ve hatta denetim altında bulunması gereken bir varlıktır.[1] Dünyanın, egemen erkek tarihinin Avrupa’da belirmiş bir öznesi olarak Orta Çağ Kilisesi, kadınların üzerindeki iktidar savaşının mirasçısı olmaktan başka bir özelliğe sahip değildir. Bir iktidar kurma çabası, her dönemde olduğu gibi Orta Çağ’da da birçok şekilde karşımıza çıkmaktadır. Cadı avları tarihin bize hatırlatması gereken bir örnektir. Oldukça acımasız işkencelerle “suçlarını” itiraf etmeye zorlanan kadınlar, bu işkencelerin sonunda yakılarak öldürülmüştür.
Tarih bilgisinden öte, bana göre cadı avları, kontrol edilemeyen, toplumun yarattığı limitlerin içinde kalmayan kadınları ataerkil toplum değerleri yüzünden en acımasız şekilde cezalandırılmasıydı. Kadın vücudunun o dönemdeki anlaşılmazlığı büyük ölçüde bir korku yaratmaktaydı. Kadının doğasına dair vurgular da genellikle onun zayıflığı üzerinde kurgulanmıştı. Bu yüzdendir ki, “Yakamadığınız cadıların torunlarıyız.” feminizme dair en sevdiğim sözlerden biridir.
Kaynakça
[1] Özlem Genç, Ortaçağda Kadın (2011).