Gece Vardiyası

Geceler istenen ve istenmeyen her şeyin yüzeye çıktığı andır. Bir kere hava karardı mı insan aklının, zihninin içine hapsolmaya başlar. Bütün negatif düşünceleri, pişmanlıkları, acabaları, düş kırıklıkları ve korkuları işte o an su yüzüne çıkmaya başlar.

 

Akıl sanki son bir senedir susmuş da her şeyi içine atmış gibi davranır geceleri. O an aklının, zihninin içinde yalnızdır insan, kim ne derse desin insan hep yalnızdır, özellikle de geceleri. Hayatında biri olsun olmasın, bir kere zihin konuşmaya başladı mı kimse susturamaz. İçini yer kemirir. Gün içinde kafamıza takmadığımız her şey gece bir bir yankı yapar beynimizde.

 

Geceler, bütün negatifliğin su yüzüne çıktığı an bence aslında bir sürgün. Sanki zihnimizin içinde kilitli kalıyoruz. Konu üstüne konu fırlatır önümüze ve bizim de helak olmaktan başka bir şey elimizden gelmez.

 

Geceleri gelen düşünceler genelde bize kendi “ben”imizi anlatır, sorgulatır ve bizi hep ikileme düşürür. Sadece kendimizi değil hayatımızdaki çoğu şeyi sorgularız; acabalar, “ya başka türlü olsaydılar” dört döner zihinde. Tabii ki, uyutmaz. Bizi negatif etkileyen düşünceleri düşünmemeye çalışırız tabii ki. Psikolojideki “pembe fili düşünmeme” durumu gereği daha çok düşünürüz. Düşünmek istemediğimiz şeyleri düşünüp veya düşünmediğimizi beynimiz daima kontrol ettiğinden daha çok düşünür ve hatırlar. Dolayısıyla da kafaya takmamıza sebep olur.

 

Bu durumlarda Henry Miller’ın da Insomnia kitabında da dediği gibi:

“bu gidişat bir süre sonra tatsızlaşır, bıktırır insanı.. yaratıcı biriysen – ama unutma, o anda boktan bir durumdasın – acılı anılardan ortaya elle tutulur bir şeyler çıkarabilir miyim diye sorarsın kendi kendine.. ve işte bir gece saat üç sularında başıma gelen tam buydu.. birden karar vermiştim; çektiğim acıyı tuvale dökecektim..”

 

Yaratıcıysak ya da değilsek bile bazen kendimizi dışa vurmak biraz olsun iyi gelebilir. Gerek yazmak olsun ya da bir şeyler çizmek, o kafamızdaki lunaparkı susturmamız için, biraz olsun kargaşamızı dağıtmamız için, bir uğraş yardımcı olacaktır.

 

Bir diğer çok can sıkan durum ise, geceleri daha fazla özleriz her şeyi. Nedense özlediğimiz kişileri, yerleri su yüzüne çıkarmak bizi daha da yalnız hissettirir.

 

“Kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum.” – Pavese

 

Öyle bir an ki hayatımızda, gece hem evden çıkmak kilometrelerce yürümek, koşmak istiyor insan. Hem de oturduğu yerden kalkamıyor. Bir şeyler ağır geliyor hep.

 

Her gece içine kapanıp yeni yeni kuruntular biriktirir insan, ta ki bir gün kuruntu bardağı taşana kadar. Allak bullak düşünceler bu kuruntular. Yorgun oluyorsun genelde geceleri, sanki dünyadaki bütün yolları sırtında tonlarca ağırlıkla yürümüş gibi. Aslında olan aklında tonlarca düşünce ile oturuyor insan geceleri. Bu yüzden yorgun, bu yüzden bitkin. Ne mecali kalmış anlatmaya, ne de kendini anlamaya. Ancak yine de çabalıyor işte. Savaş veriyor, bütün deli saçması düşünlerinin içinde boğuşuyor. Bazen boğuluyor, bazen boğuşmaktan yorgun düşüp uyuyakalıyor.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir