Dinozor = Kuş?

Dünyada yaşayan bütün kuşların dinozorlardan evrildiğini* biliyor muydunuz? (1)

65 milyon yıl önce nesli tükenen, vahşi ve becerikli avcılardan tutun, boyları 30 metreye kadar ulaşan dev otoburlar… Vapurdan simit atarak beslediğimiz martıların, kümeslerde tuttuğumuz tavukların, kafesler içinde çocuklarımıza hediye ettiğimiz muhabbet kuşlarının ataları…

Evrim ne kadar büyüleyici, değil mi­?­

Daha da ilginci, laboratuvarlarda bu evrimi tersine döndürerek, günümüzde yaşayan kuşlara dinozor özellikleri kazandırmak mümkün. Evrimin en güzel yanlarından biri, DNA’nın içinde bazı ipuçları bırakması. Bu ipuçlarını kullanarak, bilim adamları tavuk gibi ehlilleştirilmiş kuşlarda dinozor özellikleri ortaya çıkartabilir ve hatta buna başladılar bile! (2)

Bu daha yolun başı; aşılacak engel sayısı çok ve sonuçlar herkesi tatmin edecek kadar etkileyici olmayabilir. Hemen birkaç yıl içinde dinozor veya başka nesli tükenmiş canlılar üretmeye başlayacağımızı düşünüyorsanız, yanılırsınız. Buna rağmen, biyomühendislik ve gen mühendisliği alanlarına yapılan araştırmalar o kadar ilerledi ki, inanın bu ihtimaller yakın geçmişe oranla çok daha gerçekçi.

Peki, bu atılımlar ne gibi sonuçlar doğurabilir? Canlı üretmek veya canlılar üzerinde genetik değişiklikler yapmak etik olarak doğru mu? Günümüz koşullarında araştırma ve geliştirme için maddi kaynak yaratma gereksinimi, bu teknolojiyi hangi kullanım alanlarına sürükleyebilir?

Bu soruları kısmen de olsa cevaplayabilmek için, bir tıp doktoru olan Michael Crichton’ın yazdığı Jurassic Park** adlı kitaba bakabiliriz.

Kitabın hikayesinde göze çarpan birkaç nokta mevcut:

  1. Adada dinozorların olduğu bir hayvanat bahçesinin kurulması fikri, neredeyse tamamen maddi sebeplerden ötürü oluşuyor. Dinozorların üretimi için gereken finansal desteğin özel veya devlete bağlı hiçbir kuruldan sürdürülebilir olarak elde edilemeyeceği için, çare insanların dinozorları görmek için para ödemesinde bulunuyor.
  2. Dinozor günümüze uyum sağlamakta zorlanıyorlar. 65 milyon yıl önceki dünya ile günümüzün dünyası fiziksel koşullar adına büyük değişiklikler gösteriyor. Kaldı ki, dinozorların yaşamı da yaklaşık 180 milyon yıllık bir süreye yayıldığı için, kendi içlerinde de evrimsel farklılıklar söz konusu.
  3. Dinozorlar adada mutsuz ve stresliler. Adadaki yaşam koşullarına ve birbirlerine bu kadar küçük bir alanda bu kadar yakın yaşamaya adapte olamıyorlar.

Bahsettiğim gen araştırmalarını yaparken, bu noktalara da dikkat edilmesinin gerektiği çok açık. Eğer ki araştırmaların sonuçları devletlerin ve kurumların sorunlarına ve çıkarlarına doğrudan olumlu bir etki yapmazsa, gerekli maddi kaynağı üretmek çok zor olacaktır. Bundan dolayı genetik araştırmaların gibi daha acil problemlere kayması kuvvetle muhtemel (örneğin, bazı ekinlerin daha az su ve besinle büyümesini sağlayıp açlık sorununa çözüm üretmeye çalışmak). Ayrıca, genetiği değiştirilen canlıların ne tepki vereceği ve etrafına uyum sağlayıp sağlayamayacağı da meçhul. Bütün bu belirsizliklerin üzerine etik ve hayvan haklarıyla ilgili sorunlar eklendiğindeyse işin içinden çıkılması mümkün gözükmüyor.

Bilim bu problemlere aslında alışkın. Bilimin öncülüğünü yapan her alan toplum tarafından ilk başta olumsuz karşılanır. Kimse bu araştırmaların insanlığa ne gibi bir katkısı olacağını öngöremez, buna bilim adamları da dâhil. Kuantum teorisi ortaya çıktığında, bunun bilgisayar çağını başlatacağını ve elimizdeki telefonlarda aya ilk giden uzay aracı Apollo 11’den daha karmaşık bir sistem olmasına olanak sağlayacağını kim öngörebilirdi? Gregor Mendel bezelyeler üstünde deneylerini yaptığında bunun modern genetik biliminin ilk adımı olacağını kim tahmin edebilirdi?

Genetik araştırmalar öyle ya da böyle devam edecek. Ya kâr amaçlı ya da sadece tüm insanların doğuştan sahip olduğu o çocuksu merak yüzünden… Bilinmeze ve gerçeğe atılan her adım, olası getirileri veya götürüleri düşünülmeden, bilim dünyasında doyasıya kutlanacak.

Carl Sagan’ın dediği gibi:

“Bir yerlerde inanılmaz bir şey keşfedilmeyi bekliyor”

 

*(Kesin olmak gerekirse, kuşlar teropod adı verilen bir dinozor grubundan evrildi. Bu tür, çok bilinen T-rex ve velociraptor gibi hayvanları kapsar) (1)

**(Jurassic Park, 1990 yılında yazılmış bir bilim kurgu romanıdır. Kitap, Jurassic Park adında, Kosta Rika’nın batı kıyısında bulunan bir adaya dinozorların olduğu dev bir hayvanat bahçesinin kurulmasını anlatıyor. Evrimden gen mühendisliğine, kaos teorisinden doğrusal olmayan denklemlere kadar birçok bilimsel dala dokunan bu eser, bu temaları şaşırtıcı bir hayal gücü ve bilimsel dayanakla destekliyor.)

(1)   https://www.smithsonianmag.com/science-nature/dinosaurs-living-descendants-69657706/

(2)   https://www.smithsonianmag.com/science-nature/genetic-tweaks-are-revealing-dinosaur-traits-living-chickens-180957271/

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir