Sporda Milliyetçilik (1): Kostas Sloukas Olayı

Giriş

Hayatımızda sosyal medyanın önemi yadsınamayacak kadar güçlüdür. Son iki haftadır sosyal medya hesaplarımda, semboller üstünden kutlamalar, anmalar ve lanetler geçiyor. Sırasıyla 10 Kasım ve 15 Kasım’ı ve 16 Kasım’da patlak veren ELAM’ın bayrak yakma görüntülerini gerek sosyal medyadan gerekse basılı ve görsel medyadan takip etmeye ve üstünde düşünmeye çalıştım. Açıkçası bugünlerde resmî görüş ve iktidar kesiminin bizden beklediği, Atatürk’ü hiç tartışmadan anmamız, 15 Kasım’ı gerçek bir cumhuriyet gibi kutlamamız ve ELAM’ın bayrak yakmasını eleştirel bir gözle bakmadan lanetlememizdi. Bu 3 olayla birlikte son 2 haftadır artan milliyetçilik ve ırkçılığa varan hakaretlerin yanı sıra, 3 olayda farklı düşünen kişilerin dışlanması ve aşağılanması beni çok rahatsız etti. Bundan dolayı bir sporsever olarak bu günlerde gözüme çarpan Kostas Sloukas ve Girne Halk Evi olaylarına, iki haftada değinmek istedim.

 

Milliyetçilik ve Spor

Sporda özellikle şimdiki zamanda milliyetçilik ve bunun doğurduğu ırkçılık dalgasından her zaman nefret edip, hayatın her alanında olduğu gibi sporda da yerlerinin olmadığını düşünüyorum. Özellikle şimdiki zamanı kullandım çünkü çok büyük istisnalar haricinde spor kulüplerinin hepsi küresel ölçekte kulüplerdir. Küresel kulüp takımını açacak olursak ve bir futbol takımı üstünden açacaksak, en başta Uluslararası Futbol Federasyonları Birliğine (FIFA) ve ona bağlı kurumlara (UEFA, FA, TFF gibi) olan üyelikleri konuşmak doğru olur. Bu üyelikler sayesinde kulüpler, onların düzenlediği turnuvalara katılırlar ve yine bu kurumların aldığı kararlar ve kurallara uymakla yükümlüdürler. Ayrıca ülkeden ülkeye yabancı kuralı değişse de birçok profesyonel kulüp yabancı futbolcu ve çalışan bulundurur. Son olarak herkes istediği ülkede, istediği takımı tutmakta özgürdür. İnternet aracılığı ile farklı ülkede takım tutsanız bile, anlık haberleri ve maçları o ülkedeki bir taraftar gibi takip edebilirsiniz. Futboldaki bu yapıyı diğer tüm sporlarda da gördüğüm için, yaşanan milliyetçi ve ırkçılığa yönelik olayları gerçekten anlamakta güçlük çekiyorum.

 

Kostas Sloukas ve Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı

Sporun küreselleşmesi ile takımlarda çok kültürlü bir hava oluştu. Fenerbahçe Spor Kulübünün erkek basketbol takımı bu çok kültürlü takımların en önemli örneklerindendir. Avrupa basketbolunun tartışmasız en başarılı koçu Obradović ile takım âdeta taraftarlarının değişiyle “dünyanın en güzel takımı”na dönüştü. Bunu benim gibi Fenerbahçe’nin şike süreci ve yaratılan mikro milliyetçi Fenerbahçe Cumhuriyeti dalgasından dolayı, nefret derecesinde Fenerbahçe’yi sevmeyen birine bile söylettirdiler. Bobby Dixon’ından Ekpe Udoh’una, Bogdan Bogdanović’inden Jan Veselý’sine, Melih Mahmutoğlu’ndan Kostas Sloukas’ına, sahada nefret ile savaşan değil, keyif ile mücadele eden bir takımdı. Biraz pozitif ayrımcılık gibi olacak ama bu takımda en çok dikkatimi çeken oyuncu hep Sloukas olmuştu. Sporun birleştirici gücüne inandığımdan, Türk takımında yer alan bir Yunan oluşunu önemli buldum. Hele ki Yunanistan’ın gerek kulüp takımları gerekse de millî takımlar düzeyinde başardıkları bu kadar ortadayken… Sloukas şu an ilk beşte başlasa da Fenerbahçe’ye ilk transfer olduğunda genelde ikinci beşte sahada yer almaktaydı. Oyun zekâsı ve top tekniği ile, süre aldığı dakikalarda hep etkili performans sergiledi. Hırsı, istikrarı ve hep üstüne koyan formu ile Sloukas, geçen sürede takımın vazgeçilmez ilk beş oyuncusu oldu.

 

Olay Tam Olarak Neydi?

Olayı basit bir şekilde özetleyecek olursak, 10 Kasım’da gerçekleşen Fenerbahçe-Beşiktaş erkek basketbol maçında, Fenerbahçe takımı maça Atatürk’ü anmak için pankart ile çıkar. Kostas Sloukas’ın bu pankartı tutmadığı gözlemlenir ve hemen ardından sosyal medyadan Sloukas’a linç girişimi başlatılır. Örneğin Semih Erden kişisel Twitter hesabından “Sloukas, bu ülkenin ekmeğini yiyip bu ülkenin kurucusuna saygısızlık yapmayacaksın. Tüm dünyanın saygıyla andığı Atamıza sen de saygını göstereceksin…” [1] şeklinde bir açıklamada bulunmuştur. Linç genel olarak bu eksende büyüdü. Nasıl olur da ülkenin kurucusu, herkes tarafından sevilen bir lidere böyle saygısızlık yapar? Olayı ilk okuduğumda Sloukas’ın böyle bir protesto yapmadığını düşündüm. Çünkü 2017’de Olympiakos ile oynanan EuroLeague final maçında İzmir Marşı söylenip sürekli İstanbul, İstanbul! tezahüratı atılırken, Sloukas sahada bu sloganları hiç aldırmadan Fenerbahçe’yi EuroLeague şampiyonluğuna taşıdı. Olaya tekrardan dönecek olursak, olayın videosunu izlediğimde Sloukas’ın pankartın arkasında olduğunu fark ettim. Tutmamış olabilir ancak herhangi protesto veya saygısızlığın yapmayıp, o karede diğer Fenerbahçe basketbol oyuncuları gibi yerini aldı. Zaten Sloukas da maçtan sonra yapmak zorunda kaldığı açıklamada olayı açıklıyordu:

“Lütfen, bunu kimse iddia edemez. Ben bu ülkeye ve bu takıma büyük saygı duyuyorum. 5 yıldır buradayım. Bu ülkeye ve tarihine saygı duyuyorum. Kesinlikle bilinçli yapılmış bir şey söz konusu değil. Ben tamamen maça konsantreydim ve o anda farkına bile varmadım… Herkes benim nasıl biri olduğumu ve bu takım için nasıl mücadele ettiğimi biliyor. Sonuçta da beş yıldır bu takımda ve bu ülkedeyim. Bu takım ve bu ülke için mücadele ediyorum. Asla benim için saygısızlık yaptığımın söylenmesini kabul edemiyorum. Bu ülkenin arkasında önemli bir tarih var, bunu biliyorum. Buna her zaman saygı gösteriyorum. Evet, ben bir Yunanistan vatandaşıyım ama beş yıldır buradayım ve her gün Türkiye’nin bir temsilcisi olan Fenerbahçe için savaşıyorum.” [2]

 

Kısacası olay ile ilgili ucuz kahramanlık peşinde olan Semih Erden gibilerinin aksine Sloukas herhangi bir saygısızlık yapmıyordu.

 

Kostas Sloukas’ın (sağdan ikinci) pankartın arkasında olduğunu gösteren fotoğraf.[3]

Peki Sloukas Sahaya Çıkmayı İstemeyebilir mi?

Bu sorunun cevabı bana göre evet; ama basit bir yanlış anlaşılmanın yarattığı etkiye bakacaksak hayır isteyemez. Burada Atatürk üstüne ne eleştirel bir şey, ne de onu yüceltecek bir şey söylemek istemiyorum. Olayı ondan bağımsız, dünya siyaseti ile yorumlamak istiyorum. Siyasette kimisine göre kahraman olan biri, kimisine göre değildir. Burada kritik nokta iki tarafın da diğerinin özgürlüğüne müdahalede bulunmaması ve hiçbir saygısızlık yapmaması. Tarihsel süreçte Yunan bir kişinin Atatürk’e Türk biri kadar sevgisi ve saygısı olması beklenemez. O yüzden Kostas Sloukas’ın böyle bir karede görünmek istememesi saygısızlık değil bilakis en doğal hakkıdır.

 

Beklenen Oyuncu Profili

Bu noktada Sloukas’tan ne beklenirdi sorusunu sormakta fayda var. Bunu anlamamız için Fenerbahçe tarihine adını altın harflerle yazdırmış iki efsaneye uzanmamız gerekiyor. Yunan ve Fenerbahçeli deyince hemen hemen herkesin aklına ilk olarak Lefter Küçükandonyadis gelir. Rum kökenli olmasına rağmen, doğma büyüme İstanbul yerlisidir. Lefter, Fenerbahçe formasıyla çıktığı 615 maçta 423 gol kaydetti.[4] Dahası Türkiye millî futbol takımının 1954’te katıldığı ilk Dünya Kupası kadrosunda yer alarak iki de gol kaydetti. Lefter Türkiye millî futbol takımı formalarıyla toplamda 50 maçta 22 gol attı ve uzun yıllar Türkiye millî takımının en golcü oyuncusu olma rekorunu elinde tuttu.[5]

 

1955’te Lefter, aktif futbolculuğunun zirve dönemlerinde patlak veren 6-7 Eylül olaylarında diğer Rum kökenli vatandaşlar gibi saldırıya uğradı. Saldırganlar, Lefter’in Büyükada’daki evine boya atıp, evinin dışına zarar verdi.[6] Zararın sadece bununla sınırlı kalmasının en büyük nedeni ise adada yaşayan Lefter sempatizanlarının kısa sürede evini ve çevresini koruma altına almalarıydı.[7] O sıralarda takım arkadaşı kaleci Şükrü Ersoy ulaşabildiği diğer takım arkadaşlarını da yanına alıp Lefter’i korumak üzere motorla Büyükada’ya hareket etti.[8] Adaya vardıklarında Lefter’i korumak adına tüm önlemlerin alındığını gördüler.[9] Üstelik sadece arkadaşları değil İstanbul’dan bir kısım Fenerbahçeli taraftar da tıpkı onlar gibi motor tutup Lefter’i korumak için adaya hareket etmişlerdi.[10] Durum böyle olunca Lefter diğer gayrimüslimler kadar mağdur olmadı.

 

Lefter’in hem Fenerbahçe hem de Türk futbol tarihinde bu denli önemli bir yer tutması, oyuncunun ölümünden sonra da çok konuşulmasına ve düşünülmesine sebep oldu. Üzerinde çok çizilip tartışıldı. Okuduğum en samimi ve gerçekçi yazıyı sevgili Dağhan Irak kaleme aldı. Bu hususta yazılarına ve düşüncelerine her zaman çok değer verdiğim yazar Dağhan Irak’ın yazdığı değerlendirme, hem okuduğum Lefter yazıları hakkında en değerli yoruma sahip olduğundan hem de Sloukas olayını daha iyi anlamak adına önemlidir.

 

“Bu kafa karışıklığını yaratan şeylerden biri de tabii Lefter’in milliyetçi kafa tarafından algılanışındaki çarpıklık. En iyi niyetli açıklamalarda bile bu çarpıklığı okumak mümkün. Mesela hiç uzağa gitmeyelim, Lefter’in Kadıköy’deki heykelindeki plakayı okuyalım. ‘Futbolu bıraktıktan sonra da ülkemizi terk etmeyen Lefter’ diye giden bir cümle… Ülke bizim, Lefter misafir. Rum’un ‘makbul’u, en büyük eziyette bile gıkını çıkarmayanı bile bizim lütfumuzla burada yaşıyor, yani ülkenin gerçek sahiplerinden değil. Lefter’i anarken bile sürekli bir ‘bakın Rum’du ama iyiydi’ vurgusu, sürekli Yunanistan’a attığı gollere yapılan atıf, cenaze konuşmalarında bile habire Lefter’in Atatürk sevgisine yapılan vurgu. Bu ülkenin belki de gelmiş geçmiş en büyük futbolcusunun naaşı bile bu ülkeyi ne kadar sevdiğini, ne kadar sadık olduğunu kanıtlamak zorunda. Öldükten sonra bile.”[11]

 

Dağhan Irak üç önemli noktaya parmak basıyordu:

  • Lefter İstanbullu olmasına rağmen Türk olmadığı için hiçbir zaman eşit bir cumhuriyet vatandaşı olarak görülmedi. Hem de Türkiye millî futbol takımının formasını 50 kez giymesine rağmen.
  • Dahası ayıp bir şeymiş gibi Rum olmasına vurgu yapılıyordu. Türkiye’de gayrimüslim kişilere hâlâ daha yazıda da belirtildiği gibi “bakın Rum’du ama iyiydi’’ veya “affedersiniz Ermeni” gözüyle bakılmaya devam ediliyor.
  • Lefter’in kimliğine bakılmaksızın yaptıkları, başardıkları ve kazandıkları ile belki de Türk futbol tarihinin en başarılı futbolcusu olarak anılması lazımdı. Ama Atatürk’ü ve Türkiye’yi sevmese Türk futbolu adına başardıkları Türkiye’de egemen güç tarafından değersiz kalacaktı. O yüzden gerek Fenerbahçeliler gerekse de Türk futbolseverler Lefter’den bahsederken Atatürk ve Türkiye sevgisine sürekli vurgu yapıyor.

 

Peki Fenerbahçe için ideal yabancı futbolcu kimdi sorusunu Alex diyerek açmakta fayda var. Alex, Lefter ve Sloukas’ın kökeni aksine Türkiye ile diplomatik sorunu en uzak ülkelerden olan Brezilya’dandı. Alex geldiği ilk günden itibaren çok başarılı bir performans sergiledi. Hâlâ Türkiye’de futbol oynamış en başarılı oyuncular arasında hep ilk sıralarda yer alır. Bunun yanında ilk günden itibaren Türkçeyi öğrenmeye çalışması, Mehmetçik derneklerine yardımları ve maçlara Türk bayraklı tişörtler ile çıkması, taraftar ve kamuoyunun her zaman takdirini aldı ve Fenerbahçe’de kaptanlığına kadar yükseldi. Bundan ötürü zaman zaman gösterdiği kötü performansı ve olaylı ayrılışı hep arka planda tutuldu. Kısacası Alex, Türk futbol düzeni içinde ideal bir futbolcuydu.

 

Sonuç

Sloukas sporun dostluğuna apolitik yaklaşsa da kendisini istemeye istemeye bu tartışmaların içinde buldu. Alex ve Lefter örneklerinde gördüğümüz gibi Sloukas’tan tartışmasız bir şekilde Atatürk’ü sevmesi beklenilirdi. Eğer Sloukas başarılı bir basketbolcu olmak istiyor ise fotoğrafta yer almasının yanında pankartı gururla taşıması hatta Alex gibi veya eski takım arkadaşı Ekpe Udoh gibi sürekli Atatürk’e referans yapması lazımdı. Bu küçük yanlış anlamada görüldüğü gibi yabancı ve hele de Yunan oluşu sporcu başarısının önüne kamuoyu tarafından her zaman engel olmaya devam edecektir. Sloukas’ın maçtan sonra kendisine yaptırılan röportajında tıpkı Lefter gibi Türkiye’yi ne kadar çok sevdiğinden bahsediliyordu. Israrla yaptırılan diyorum çünkü hem Lefter için yapılan açıklamalarda hem Sloukas için yapılan açıklamalarda Fenerbahçe yönetimi kamuoyuna iki oyuncun hain olmadığını ispatlamak için Türkiye’yi ne kadar çok sevdiklerine vurgu yapıyordu. Son olarak bu yaşanan olaylar bize gösterdi ki Lefter’in evine saldıranlar ve Sloukas’ı basit bir yanlış anlamadan ötürü linç etmeye çalışanlar aynı güruhtandır. Burada dikkat etmemiz gereken nokta genellemeden kaçınmamızdır. Sosyal medyadan gördüğüm kadarıyla Sloukas’ı destekleyen ve linç olma pahasına onu korumaya çalışan birçok Fenerbahçeli vardı. Tıpkı Lefter’in evini korumaya gelen Fenerbahçeliler gibi. Ve tıpkı tüm provokasyonlara rağmen kendi Kıbrıslı Rum oyuncusunu koruyan ve barış mesajı veren Girne Halk Evi gibi, sporun dostluğuna ve kardeşliğine inanan takımlar, sporcular ve taraftarlar sporu güzel yapmaya devam edecektir.

 


 

Referanslar ve Notlar

[1] Erden, Semih. (2019). Twitter.

[2] SabahSpor Editörleri. (2019). “Fenerbahçe’nin Atatürk pankartını tutmayan Sloukas’tan savunma isteyeceği iddia edildi!” Sabah.

[3] A.g.e.

[4] SabahAktüel Editörleri. (2012). “Lefter Küçükandonyadis kimdir?” Sabah.

[5] A.g.e.

[6] Hergün, Haluk. (2019). Lefter Futbolun Ordinaryüsü, İthaki Yayınları.

[7] A.g.e.

[8] A.g.e.

[9] A.g.e.

[10] A.g.e.

[11] Irak, Dağhan. (2012). “Lefter’in hayatı neden yazılamaz?” Sol Defter.

 

Notlar: Diğer yazılarımda da olduğu gibi Dağhan Irak’ın yazıları ve pod yayınları bana bu yazıda çok yardımcı olmuştur. Lefter olayını daha iyi anlamak isteyenlere şu pod yayınını tavsiye ederim. Haftaya yazımın sonunda vurguladığım Girne Halk Evi olayını yorumlamaya çalışacağım.

 

Kapak fotoğrafı için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir