Kıbrıs Türk halkı cumhurbaşkanını seçmek için 26 Nisan 2020 tarihinde sandığa gidiyor. Seçim öncesi içerisinde bulunduğumuz süreçte bir gerginlik hâkim. Sn. Mustafa Akıncı’nın, The Guardian gazetesine verdiği röportajda “KKTC’nin Türkiye tarafından ilhakı” konusunda kullandığı ifadeler Türkiye’deki birçok siyasinin pek hoşuna gitmemiş anlaşılan. Şımarıklık basanlar, had bildirenler, “Rumcu” yakıştırması yapanlar ve dahası. Kıbrıs Türkü’nün bu şekil tabirleri ilk defa duymadığını söylemek yanlış olmaz herhâlde. Onun için bu gibi lafları tabiri caizse takmamak gerek. Evet, takmamak! “Takmamak” kelimesinden kastım sessiz kalmak değil, üzerinde gerekenden fazla durmamak ve sorunlarımıza olan odağımızdan şaşmamamız gerektiğidir. Belki bana kızanlarınız olacaktır bu kelimeyi seçtiğim için, onları da anlıyor ve fikirlerine sonsuz saygılarımı iletiyorum. Burada başlıktaki soruya dönmek istiyorum.
Sahi, nasıl bir cumhurbaşkanı?
Annan referandumunda çıkan sonuç sayesinde uluslararası toplumun bize karşı tutumu büyük ölçüde düzelmiştir.
Nitekim sonrasında BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Kıbrıs’taki iyi niyet misyonuna dayanarak, BM Güvenlik Konseyine üye ülkeleri, “diğer tüm devletlerle gerek ikili gerekse uluslararası platformlarda işbirliği yaparak, Kıbrıslı Türklerin izolasyonuna neden olan kısıtlamaları ve engelleri ortadan kaldırmaya öncülük etmeye” davet etmiştir.
Avrupa Birliği de referandumun sonucunu takiben Kıbrıslı Türklerin ekonomisinin gelişimini teşvik etmek ve Kıbrıs’ın yeniden birleşmesine yardımcı olma niyetinde olduğunun bir kez daha altını çizmek için Yeşil Hat Tüzüğü, Doğrudan Ticaret Tüzüğü ve Mali Yardım Tüzüğü’nü hazırlamıştır.
Mali Yardım Tüzüğü ve Yeşil Hat Tüzüğü yürürlüğe girebilmiş fakat aralarında ekonomiye en etkili olabilecek Doğrudan Ticaret Tüzüğü, Kıbrıslı Rumların vetosu ile karşılaşmış ve 2004’ten beri yürürlüğe girememiştir. Zaman zaman Kıbrıslı Rumlar, tüzüğün Avrupa Parlamentosundan, Avrupa Komisyonuna geri gönderilmesi için girişimlerde bulunuyorlar. Neyse ki henüz başarılı olabilmiş değiller.
Ne yaptık biz “Doğrudan Ticaret Tüzüğü” için? Federasyon modelinin üzerine düştüğümüz gibi düştük mü üzerine? Başarısız mı olmaktan korkuyoruz? Ne yapsak ne etsek yürürlüğe girmeyecek mi? “Hep denedin, hep yenildin. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.” mantığı sadece federasyon müzakerelerinde mi işliyor? Doğru ya, tek gerçekçi olan federasyon müzakere etmek (!).
Crans-Montana’da yaşananları gördük, sadece biz değil herkes gördü. Çözüm irademizin olduğunu ve Kıbrıslı Rumların en temel parametre olan “siyasi eşitliği” sindiremediğini ve masadan kalktığını gördük. Peki nasıl oluyor da biz irademizi gösterirken elimizde olmayan nedenlerden dolayı biz hâlâ izolasyonlar altında kalabiliyoruz? Neden sporcularımız uluslararası alanda yarışamıyorlar? Neden üreticilerimiz ihracat yaparken binbir sorunla karşılaşıyorlar? Neden turizm ve yükseköğretimde engeller ile karşılaşıyoruz? Turizmde 960 milyon dolarlık bir gelirimiz olduğunu belirtmişti eski Turizm ve Çevre Bakanı Sn. Fikri Ataoğlu. Direkt uçuşun mümkün olmadığı bir memlekette hiç de fena olmayan bir rakam görüyoruz. Şu anki cumhurbaşkanımız ve önümüzdeki seçimlere de aday olan Sn. Mustafa Akıncı bizlere “Güven ve Kararlılık Gecesi”nde bu yönde (direkt uçuş) bir girişimlerinin olduğu fakat çeşitli nedenlerle bu çabaların başarısız olduğunu anlattı. Peki direkt uçuş olmadı, olmayacak diyelim, daha önce Mehmet Göksu’nun çok beğendiğim “Lefkoşa’nın Kuzeyinin Albenisi Ne?” adlı yazısından yola çıkarak söylüyorum: Basit gördüğümüz şeyler belki de insanlar için dikkat çekici olabiliyor; belki de biz adamızı çok daha iyi pazarlayabilir ve bu 960 milyon dolarlık turizm gelirini daha da yukarılara çekebiliriz.
Masadaki çözüm modeli federasyondur ve evet en uygun model tam da BM parametrelerinde belirtildiği gibi federasyondur! İki ayrı devlet, konfederasyon gibi kanımca statükoyu devam ettirmeye yönelik, şu anki konjonktürde “ütopik” olarak adlandırmaktan çekinmeyeceğim çözüm önerileri sunanların bunu nasıl yapacaklarını önce bizlere, sonra da uluslararası aktörlere anlatmaları gerekir. Klasikleşen bir atasözü vardır: “Lafla peynir gemisi yürümez.” diye. Tam da yerindedir bu atasözü!
Görüşlerini beğeniriz beğenmeyiz, Sn. Kudret Özersay sürekli olarak “Federasyonun kurulması ve yaşatılması için Kıbrıs’ta bugün için gerekli şartlar bulunmamaktadır, evrimsel bir yaklaşımla adım adım ilerlemek önümüzdeki yollardan biridir.” demektedir. Tekrarlıyorum görüşlerini beğeniriz beğenmeyiz, Crans-Montana’da yaşadıklarımızdan sonra Özersay’a kendi adıma “Bu adam yanlış düşünüyor.” diyemiyorum.
Kendi kendimize şu soruyu sormamız lazım: “Ya Anastasiadis’in yerinde ben olsaydım?”
Sizi düşünmeye davet ediyorum…
GKRY veya Kıbrıs Cumhuriyeti (nasıl adlandırmak istiyorsanız) ile KKTC arasındaki ekonomik durum arasında büyük bir fark var. Ekonomi yadsınamayacak kadar önemli bir realitedir. Nitekim dünyadaki federasyon örneklerine baktığımızda ekonomik dengesizliklerin, federasyonu oluşturan toplumlar arasında sıkıntılar doğurduğunu görebiliriz.
Federasyon olunca birçok sıkıntımız düzelecektir, evet, sorunlarımızı aşmak için büyük bir yol belirecektir önümüzde ama biz “Armut piş ağzıma düş.” mantığı ile hareket edersek o armudun pişip, yere düşmesinin de ihtimaller arasında olduğunu unutmamamız gerekir. Burada sadece cumhurbaşkanına değil bu topraklarda yaşayan her bireye iş düşmektedir.
Bize federasyon modelini masada konuşan ama federasyon olacak ümidi ile ekonomiyi unutmayan, Kıbrıslı Rumları federasyona ikna etmek için gerekirse tek yanlı uluslararası hukuka uygun hamleler atmaktan çekinmeyen bir toplum lideri lazım.
Yazımı çok beğendiğim bir söz ile sonlandırmak istiyorum: “Oğlum [Mernuş! En azından 3 dil bileceksin, en azından 3 dilde de küfredeceksin, çünkü sen ne o’sun ne şu’sun! Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun!”
Fotoğraf için tıklayınız.