Ey Acı ve Izdırap, Merhaba!

Hayatınızın en anlamlı evrelerini sorsalar size muhtemelen en mutlu olduğunuz anları değil de en fazla acı ya da ızdırap çekip elde ettiğiniz şeyi ve öğrendiklerinizi dile getirirsiniz. Herkesin hayatının şu ana kadar geçirdiği en iyi anları, en kötü anları vardır. Peki ya hep en iyiler olsa? Peki ya hep mutlu olsak? Acı, ızdırap nedir bilmesek? Eminim aranızda süper olurdu diyenler vardır. Üzgünüm ama öyle değil.

 

Mutluluktan sıkılırdınız. Amacınız olmazdı. Her gün istisnasız kendinizi aynı şeyi yaparken bulurdunuz. Çünkü artık “mutlusunuzdur”. Ve bunu kaybetmek istemezsiniz. Bir müddet sonra mutluluktan mutsuz olmaya, sıkılmaya başlarsınız ve olur olmadık şeyden sorun ya da acı çıkarırsınız. Hâlbuki mutlu olmak için her acıdan, her kötü konudan, olaydan, durumdan ya da duygulardan kaçmışsınızdır. Bravo başardınız; artık kırılgan bir vazodan bile daha kırılgansınız. Biri ya da bir şey çarpınca değil, biri nefes alınca bile düşüp kırılabilirsiniz.

 

Acıdan kaçmak bu işte. Ha bire “Mutlu olalım, mutlu olalım.” demek bu.

 

Her zaman mutlu olunmuyor. Aslında mutluluk denen şey belki de bir illüzyon olabilir.

 

Acıdan kaçarak mutlu olamazsınız. Kimse sürekli mutlu ya da mutsuz olamaz.

 

Acıdan ve kötü şeylerden kaçarak sadece bir çocuk olursunuz.

 

Çocukların beyni çünkü haz, arzu ve kendini tatmin etmek üzerinedir. Sıcak bir sobaya dokunmaması gerektiğini bilmez çocuklar; dokununca hem ona kızılır hem de kendisi acı çeker. Ama merak ettiği bir şeyi yapmıştır. Yani kendi arzusunun ve hazzının peşinden koşup o sobaya dokunmuştur, yanmış olsa bile tatmin olmuştur farkında olmadan.

 

Şahsen ben mutlu olursam ne yapacağımı bilemiyorum. Nedir de bilmiyorum. Ha bire bir koşuşturmada bulundum. Zaten mutlu olunamıyor. Mesela istediğin üniversiteye girmişsin, istediğin işi yapıyorsun, sağlıklısın, huzurlusun (Nasıl bilemiyoruz.), ailenlesin, onlar da sağlıklı, geçinecek kadar paran da var. E başka? Yapacak başka bir şey yok. Mutluluktan “Ne yapacam ya ben şimdik?” evresine gireriz, hatta bazen buna tükenmişlik sendromu bile denir.

 

Acı, mutsuzluk öyle mi? Sana birçok şey öğretiyor. Izdıraptan güç doğuyor. Körelmiyorsun bir kere. Ders alıyorsun. Acıya karşı olan, kötü durumlara karşı olan davranışlarımızı kendimiz seçeriz, bu da bizim dayanıklılığımızı belirler. Acıdan kaçarak mutlu olmak mantıksızdır bence. 3 maymunu oynamaktan farklı değildir hatta. Mutluluğun peşinde koşmak bizi toleranssız bir çocuk yapar. Bitmez bir şekilde ha bire arzularız, doymayız.

 

Hayat denen şey bitmek bilmez bir acı tünelidir. Ve büyümek, olgunlaşmak, bu tünelden ilk çıkışta kaçmak değil onun derinlerine dalıp başarıyla kendimizi ve sonrasında rotamızı bulmaktır.

 

Hiç acı yaşamamış bir kalp, değer yargıları olmayan bir kalptir. Neyin neden olduğunu sorgulamaz ya da empati kurup anlayamaz, zaten empati de kuramaz.

 

Mesela kayıp acısı olmadan nasıl birinin ya da bir şeyin değerini bileceğiz?

 

Şu an, tam da şu an, bütün dünyada bir kaos yaşanıyor. Hemen hemen her ülkede sokağa çıkma yasağının bir türevi ya da eş anlamlısı uygunlanmakta.

 

Ne öğrendiniz bu kısacık süreçte?

 

Daha fazla vitamin kullanmayı mı? Yoksa ellerinizi yıkamayı mı?

 

Kendinizle hiç konuştumuz mu mesela? Neden bu kadar panik hâlindeyim diye.

 

Eminim, benim olduğu kadar sizin de, bu dönemde değer yargılarınız sorgulanmıştır, belki de değişmiştir de.

 

Geçen yaz, spiritüalizme inanan çok yakın bir arkadaşımla denize gitmiştik. Bu arada bu arkadaşım sık sık meditasyon yapan biri ve kendiyle barışmış mı dersiniz kendini kabul etmiş mi bilemem ama duygusal bağlamda güzel bir yerde olduğunu gördüğüm biri. Su bana o kadar soğuk gelmişti ki -aylardan eylüldü bu arada- tereddüt edip girmek istemedim. Arkadaşım bana “Buse soğuğu hisset, bırak vücudun bunu da tatsın.” demişti. Tam olarak anlamamakla beraber hâlen daha tereddüt içindeydim, ama denize girdim. Evet, su buz gibiydi ama bir yerden sonra alıştım. 2 dakika geçti, “Evet artık suyun içinde biraz hareket edebiliyorum.” 5 dakika oldu, “Sanırım yüzersem hem ısınırım hem de sporumu yapmış olurum.” 10 dakika oldu, “Hiç de zor değilmiş, toplara bile geldim.”

 

Ben “buz gibi” diye tanımladığım suyun bana fiziksel ve zihinsel olarak uyguladığı acıya bir müddet sonra alıştım ve kabullendim. Korktuğum kadar değilmiş.

 

Yani demem o ki kötülüğün, acının geçeceği falan yok. Her zaman sorunlar olacak. Ve her zaman mutlu olamayız. Acıdan kaçarak hele hiç. Mevzu acıyı nasıl karşıladığımız, nasıl acıyı kabullendiğimiz. İngilizcede “Ignorance is bliss.” yani “Cehalet mutluluktur.” denen bir deyim var. Bana göre tam olarak Türkçe meali o değil; bence, bir şeyi yok saymak, ona karşı gözlerimizi kapamak mutluluk getirir demek. Ve bu bence çok yanlış bir şey. Bu şekilde sadece kendimizi köreltiriz.

 

Pandemik vakalar daha önce de oldu, şu an da var sonrasında da olacak bunlar. Başka hastalıklar, ya da bu hastalık öncesi 3. Dünya Savaşı başlıyordu, başlamıştı neredeyse. Diyeceğim o ki, mutluluk peşinde koşarak, acıdan kaçarak değil de acıyı karşılayarak ve ondan öğrenerek ders alarak hareket etmek ve yaşamak olgunluktur.

 

Izdırap ve acı hayatın değişmez faktörleridir. Acıların ve ızdırapların olmadığı yöne bakmamak değil de acı ve ızdıraba angaje olup, bu durumlardan anlam ve değer bulmamızdır esas olması gereken.

 


 

Kapak fotoğrafı için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir