Bugünlerde Yaşamak

Yaşadığımızı unutmaya oldukça eğilimli olduğumuz günler geçiriyoruz malum. Günler geçiyor, tarihler değişiyor değişmesine de diğer her şey aynı kalıyormuş hissi sürekli üzerimizde. Şimdiki zaman bulutların arasına karışmış, olabildiğince kaçmış bizden sanki. Hızlıca sallanan bir salıncaktaymışım gibime geliyor bu son bir aydır; hareket içerisinde olmama rağmen ileriye gidemiyorum, gitsem de orada kalamıyorum bir türlü. Güneşte kaldıktan sonra gölgeye geçtiğinizde gözlerinizde şiddetli bir karartı oluşur da birkaç saniyeliğine doğru düzgün göremeziniz ya, tam öyle hissediyorum bu günlerde. Yalnız da değilim tahminimce.

 

Kafamda dönüp dolaşan, beni de bu dört duvar arasında dolaştırıp duran gölgelerden kaçasım geliyor bazen. Bazenler çoğalıyor bugünlerde. Sahi, bugün neydi günlerden?

 

Kendi kendimden bir araya ihtiyacım olduğundan, ölü sokaklara atıyorum kendimi hemen. Belki bildiğim yollarda yürürsem düşüncelerimin pusulaları düzelir, yönlerini bulurlar diye ümit ediyorum. Umutlu olmak gündelik rutinim artık zaten. Ne yoga yapıyor, ne de koşuya çıkıyorum. Saatlerce penceremden dışarısını seyrediyorum. Düşüncelerim ve düşlerim karanlık noktalara sapmaya çalıştığında penceremden içeriye sızan bahar esintisi yetişiyor yardımıma, dağılıyorlar birer birer. Nefesimizi kontrol etmek kolay, peki ya düşüncelerimizi?

 

Dolu bir kafayla boş caddelerde attığım adımların sesini dinliyorum günlerdir aklıma takılan üç dakika elli altı saniyelik şarkı yerine. Ayak seslerim anın fon müziği olurken aniden sayısız hatıra karşımda yansımaya başlıyor. Biraz daha ilerlememle birlikte şehrin ölü olmadığını fark ediyorum. Hayat hâlâ daha akıyor, tıpkı gökyüzünde süzülen martılar gibi, kaldırımda ürkek adımlarla yanımdan geçen güvercin gibi. Renk renk çiğdemler, nergisler ve çok daha fazlası baharın müjdecisi, toprak açık hava sinemasının sahnesi sanki. Ekranda bahar, doğanın uyanışı, yaşamın en renkli hâli (evet, biz insanlar için fazlasıyla ironik). İzleyen var mı, yok mu fark etmiyor anlaşılan… “Hayat ne ara durdu ki kaldığı yerden devam etsin?” diye düşünmeden edemiyorum.

 

İçimdeki yolculuğun aksine sadece birkaç dakika süren güneşli bir nisan günü yürüyüşü yılın en çok sevdiğim mevsiminin geldiğinin canlı kanıtını gözler önüne seriyor. Kiraz ağaçlarının pembe çiçekleri tüm gösterişiyle karşımda. Defalarca yanından geçtiğim kahverengi, biraz kasvetli ve çokça da ölü görünen ağaçların dalları şimdi beyazlarla, açık pembelerle en az bir önceki bahar kadar yaşam dolu. Doğanın harikalar diyarındaymışım hissine kapılmamak elde değil. Kiraz ağacı (Prunus spp.) çiçekleri Japonya’da yeniden doğuşu simgelerken edebiyatta ise yaşam-ölüm beraberliğini ifade ettiği düşüyor aklıma. Bunun nedeni ise çiçeklerin solmadan dalından düşerek pembe bir halı misali yeri kaplamasından kaynaklanıyormuş. Yaşamın her kademesinde, her anında zıtlıklar yok mu ki zaten?

 

Ne zaman karanlık günlerde bulsak kendimizi güneşin doğacağından, güneşli günlerin uğrayacağından bahsederiz hep. Hayat sizi nereye sürüklerse sürüklesin zihninizdeki pencerenin perdelerini çekmeyi, ümit taşıyan rüzgarı içinize çekmeyi unutmayın lütfen… Ne de olsa bugün ne kazanırsanız kazanın, yarına dair umudunuzu yitirdikten sonra pek anlamı yok yaşamanın. Ya da yaşarmış gibi yapmanın.

 

İçinizdeki yaşam enerjisini hiç kaybetmemeniz, zihninizdeki çiçeklerin hiç solmaması dileğiyle…

 


 

Kapak fotoğrafı için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir