Kıbrıslılık ve Bilim (2): Liseden Üniversiteye Geçiş Süreci

Herkese tekrardan merhaba. Umarım herkes sağlıklıdır ve olmaya da devam eder. Bu süreçte rehavet çökmeden üstümüze düşen sorumlulukları yerine getirmeliyiz, lütfen dikkat edelim. Çevremizin ve içinde bulunduğumuz toplumun sağlığını gözetelim. Geçen hafta lise eğitim dönemine yönelik bir deneme-düşünme yazısı yazmıştım. Aldığım geri bildirimler yazıların devamına yönelik bir motivasyon oluşturdu, çok teşekkür ederim. Bu hafta üniversiteye geçiş sürecinden bahsetmek istiyorum.

 

Üniversite okumak, geçen hafta da belirttiğim gibi coğrafyamızda hâlen bir sınıf atlama biçimi olarak görülmektedir. Sosyal hayatımızdaki etkisi çok büyüktür ve çoğumuzun kaderini otuz yıllık bir aralıkta belirlemektedir. Kıbrıs’ta (bence) lise eğitimi iki koldan yürümektedir. İngiliz sistemi ve Türk sistemi arasında kalmışlık mevcuttur. Türk üniversitelerine yönelik yapılan sınavlarda çoktan seçmeli test sistemi uygulanmaktadır. Sistem el çabukluğuna ve de antrenmanlı olmaya dayanır. Türkiye’de yetişmiş çocuklar ilkokul çağlarından itibaren bu sisteme entegre edilmekte ve de sürekli bu şekilde tahlil edilmektedirler. İngiliz sınav sisteminin bu noktadaki farkı çoktan seçmeli soruları olmayışı, daha az konuyu daha basit ama daha detaylı öğretilmesini beklemesidir. Hangi sistemin daha adil ya da pedagojik anlamda daha mantıklı olduğunu tartışmayacağım, onu ölçme ve değerlendirme eğitimi alan uzmanlara bırakmak gerekir. İki sistemde de bulunmuş biri olarak yaratmış olduğu bunaltı durumunu kısaca özetlemek isterim.

 

Öncelikle, her gün konuştuğum kendi ana dilimi iyice öğrenmeden İngilizceye maruz kaldım. Bence bir çocuğun kendi ana dilini oturtmadan başka bir dili iyi öğrenmesi çok zordur. Dil bir sistematiklik içerir ve kendi içinde bir matematiği vardır. Bunu çözmeden başka bir şey öğrenmek ne mümkün! Dil herhangi bir şey öğrenirken kullandığımız yegâne araçtır. Dili tam anlamıyla kavramadan yapılan eğitim, beraberinde birçok öğrenim sıkıntısı getirecektir.

 

Tüm ilköğretim ve ortaöğretim hayatım boyunca klasik sınavlara girdim. Üniversite sınavına altı ay kala da test sistemine alışmamız gerektiği konusunda uyarılar almaya başladık. Sarkaç gibi bir o tarafa bir bu tarafa savrulduk, anlayamadık. Süreci atlattık atlatmasına ama dershanelere maruz kaldık bu sefer de. Okulda sınava yönelik bir eğitimin olmaması, müfredatın tamamlanmaması gibi onlarca neden sayabilirim bununla alakalı. Ne acıdır ki, parası olanın gidebildiği bir mecburiyetti bu. Hayatının en güzel, en canlı ve en enerjik günlerini, bir nesil odaya kapanıp test çözmekle geçiriyor hâlâ. İngiliz sisteminde ise, yine okulların yetersiz kalmasından ötürü bir sürü öğrenci, özel ders hocalarının kapanına düşmüş durumda. Dakika hesabı ile ders veren öğretmenler duyuyorum. Okulda dersi tam anlatmayan öğretmenler, özel derste açığı kapatmaya çalışıyor ki piyasa bu konuda oldukça hareketli. Bu manipülasyondur ve eğitimde fırsat eşitliğinin önünü kapatmaktır. Yazık!

 

Bu süreci şimdi bilimsel üretim ile ilişkilendireceğiz. Biliyorsunuz ki insan anca sevdiği işi yaparken başarılı olur çünkü üretim hazzını o sırada alabilir. Kendi ölçeğinden şekillendirdiği, kendi süzgecinden geçirebildiği kadarıyla üretime katılır ve tabii anca bunu bilerek yapabilir. Yani başarılı olabilmesi için, yaptığı işi sevmesi yanında kişinin ona teknik olarak hâkim de olması gerekir. Başarı ölçütlerinin değişken olduğunun ve tek tip zekâ olmadığının farkındayım. Peki, tekrardan sorgulayacak olursak, kim bize kendimizi keşif etmemiz için imkân veriyor? Üniversite-bölüm seçerken kaçımız sahip olduğumuz zekâ sistemi ile sınanıyor? Niye hepimiz aynıymış gibi davranılıyor? Neden bir balıkla bir maymunu aynı parkurda yarıştırıyoruz? Bunları cevaplayabilmiş milletler, şu anda Nobel dağıtıyor ve bu o kadar zor değil. Muhtemelen biraz işimize gelmiyor, uğraşmak istemiyoruz. Okulda neden bir çocuk drama eğitimi alsın diyoruz; kişisel olarak gelişeceğine ekstradan iki test çözsün, okulumuzun fiyakası olsun, dershanemizin reklam panoları yükselsin, ailemizin refahı çoğalsın ve maalesef toplum içindeki görünürlükleri artsın diye çoğumuz yanlış yönlendiriliyoruz, kurban ediliyoruz.

 

Bencillikten üretim doğmaz, üretim kolektif bir altyapı gerektirir. Kıbrıs gibi geri kalmış, üretimi olmayan ülkelerde insanlar bencilleşmiştir. Çocuklarının evlerini kendi üst katlarına yapan, arabasını alan, her gün yemeğini pişirip yediren, çocuğunun çocuğuna da bakan, her türlü masrafını üstlenen bir kültürün içindeyiz. Bağımsızlık ve birey olma yetisi kazanmak isteyen çocuk genelde garipsenmektedir. Popüler olmak ve popüler olanı okumak gerekir ki zaten sizden habersiz sizin adınıza çoğu zaman karar verilmiştir bile. Bu şartlar altında bilimsel üretim, maalesef ki lise laboratuvarlarında el dezenfektanı yapmanın ve bununla iftihar etmenin ötesine geçemez.

 


 

Kapak fotoğrafı için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir