İnsanlar doğaları gereği hayatta kalma ihtiyaçlarından dolayı bencildirler. Bencil insanlar paylaşamazlar, o duygudan mahrumdurlar ve paylaşmanın getirdiği huzurdan habersizdirler. Benciller, eğer sonuç onlara faydalı gelecekse paylaşırlar bir bilgiyi, bir tecrübeyi ya da herhangi bir şeyi.
Bencil olmak demek; diğer insanların düşüncelerini, davranışlarını ve varlığını dikkate almamak demektir. Öyle bir hastalıktır ki iyileştirilmesi mümkün değildir. Bencil olanlar genellikle bunu yaparken maalesef farkında değildirler ve başkasının açısından da hiç düşünmezler; yani empatiden mahrumdurlar. Başkalarının ihtiyaçlarını görmezler, fark etmezler ve etmek istemezler. Başkalarının sesini duyurmasını sevmezler. Özellikle de olaylar onlardan daha önemli ya da sesli oluyorsa içleri içlerini yer ve çevrelerinden uzaklaşırlar. Onlara göre başkalarının başına gelen hiçbir şey kendilerinkinden daha değerli, daha önemli ya da daha büyük olamaz. Merkezde hep kendileri vardır.
Jane Austen’ın 1914 yılında yazdığı “Mansfield Park” isimli romanını okurken bir cümle ile karşılaşmıştım: “Bencillik affedilmelidir çünkü hiç iyileşme ümidi yok.”
Bu rahatsızlığın bir diğer yan etkisi ise şu: Bencil suçu, hatayı kabul etmezler ve özür dilemezler. Sorumluluk almayı da bu yüzden sevmezler. Aynı şekilde başkasını da takdir etmezler. Bunları yapmaları çok doğalmış gibi düşünürler. Kendinde hiç suç aramamış, hep karşısındakini suçlamış ve karşısındakine saldırmış biri, bencildir. İstedikleri sonucu elde edemedikleri her durumda hırçınlaşırlar ve bu insanlar çevrelerine de pek iyi gelmezler. Bencil insanlar çevrelerindekileri de negatif olarak etkiliyor çünkü çevrelerindekilerin birer “hiç” olduklarına inanabilir ya da suçlu olduklarını düşünebilirler.
“Benmerkezcilik”… Yalnız olduklarını iddia ederler. Genellikle yalnızlıklarının sebebi davranışlarıdır da fark etmezler.
“Onlara ne yaptım?” ya da “Onlar için ne yapabilirim?” diye düşünmek dipsiz bir kuyuya taş atmaya benzer. Denemeye değer mi? Değebilir. Hiç kimsenin aklından geçeni bilmeyiz, bilemeyiz. Neyi nasıl yorumlamışlar bilmeyiz. Ama şunu bilebiliriz ki; insanlar bize izin verdikçe yanlarında durabiliriz, onlara yardım edebiliriz. Ne kadar “Yalnızım, kimse yanımda değil.” diye düşünüp dışarıyı suçlasalar da onlara bağlı bu durum. Yani kendi içine bakmalı insan önce. Bazı gün isteseler de yanlarında olmamızı, olamayız; ya da biz istemeyebiliriz. O zaman da çok kızarlar, hep kendilerini haklı görürler. Bencilliklerini bir kenara bırakıp akıllarına gelmez “Ne oldu?” diye sormak. Çıkarcı olurlar.
Kıskançlığı da tetikleyen bir durum sanırım bencillik. Hep “en” kafasında yaşadıklarından otomatik olarak belki de kıskanç oluyorlar. Aldığı kararlarda da çok inatçıdırlar. Bu nedenle biraz olaylara biraz “at gözlükleriyle” bakabiliyorlar. Onlara başka bir düşünceyi, seçeneği kabul ettirmek bir yana, varlığını savunmak bile güçtür.
Böyle insanları çevremizde, günlük hayatımızda maalesef daha çok görüyoruz. Çünkü hayat da aslında insanları biraz bu yöne doğru itiyor. Yardımlaşmayı veya empatiyi düşünmüyoruz, hele ki yaptığımız bir şeyin sonunu hiç… Ölçüp tartmıyoruz. Ne zaman ki biraz iyiyiz; hemen saf, naif deniyor sanki çok kötüymüş gibi.
İyi olmak, birileri için bir şeyler yapmak yanlış değildir. Doğru ve yanlış göreceli kavramlardır. Karşımızdaki bencil biri bile olsa bir el bir ruha değebilir. O eli itebilir, teşekkür etmeyebilirler ya da iyiliği görmemezlikten gelebilirler. Fakat iyiliği yapmış olanın içindeki huzur ve “Belki bir gün birileri daha az bencil olur.” ümidi ona yeter.
Fotoğraf için tıklayınız.