“Yaşam, okunması gereken kitapları okumaya bile yetmiyor.” – Doris Lessing
Yetmiyor; ama biz yine de ısrarla kendi hayatımızı yaşamamaya, kendimize zincirler vurmaya devam ediyoruz. Daha önceki “Kendin Ol” yazımda da bu konudan bahsetmiştim.[1]
Yok ki sadece bizim toplumumuzda, çoğu toplumda var olan bir bakış açısı vardır ki; sanki de aldığımız her karara sonsuza kadar bağlanmak zorundayız, sanki de hiç karar değiştiremezmişiz gibi. Ha onu da geçtim, karar almadan önce hayal kurmamıza da olanak sağlanmıyor. Yani bir kapana sıkışmış gibiyiz biraz. Bir karar alacak ya da hayal kuracak olursan cevap hemen hazırdır: “E bunu da deneseydin!”, “Neçin öyle yapacan?” ya da en sevdiğim tepkilerden “Hayaldir o hayal saçmalama!”… Belki de artık insanların saçmalamaya ihtiyacı var. Ne kadar kendimizi tuttuğumuzun farkında mıyız? Hayal bile kurdurmuyorlar bize. Hâlbuki ufkunu genişletmek için insanın hayal etmeye, düşünmeye ne kadar ihtiyacı var! Yani böylece bu hayat ne bize yâr olur, ne de çevredekine. Hoş çevredekine ne tabii, ama hiçbir şekilde memnun olamıyoruz. Bence koy verelim! Hep beraber delirelim!
Delirmek, zaten çevremizde bulunan ve konu hakkında hiçbir fikri olmayıp söyleyecek çok lafı olanlara verilebilecek en güzel tepki bence. “Yapamazsın, bilemezsin, ne bilin sen, bu öyle değil, şöyle olmaz!” diyen insanlar hiç eksik olmuyor etraftan, Azrail gibi peşimizdeler. En güzeli dinlememek, hatta bir kulağımızdan girip ötekinden çıkması; çünkü bu hayatı beraber geçireceğimiz tek kişi kendimiziz. Aynada baktığımız kişiye keşke dedirtmeyelim. Kendimizi dinleyip hayal kurmalıyız! Hayal kurmalıyız ki bu hayatı her şeyiyle yaşayalım. Riskler alalım.
“Biraz hayal kurmak tehlikeliyse bunun çözümü daha az hayal kurmak değil, daha fazla ve her zaman hayal kurmaktır.” – Marcel Proust.
İnsan sadece hayalleriyle var olur ve insanı hayalleri insan yapar bence. Orası özel, şahsi alanımızdır; kimseyi oraya karıştırtmayalım. Başarılı olmak istiyorsak, hedefimize varmak istiyorsak ya da o hedefi belirlemek istiyorsak; hedef ne olursa olsun hayal kurmamız ilk şarttır. Belki biraz daha fazla hayal kurarsak hayatımız bizim olmaya başlayabilir. Bolca hayal! Dünyanın bugün gördüğü her büyük ya da küçük başarı bir gün hayaldi, unutmamak gerek. Hayal kurmayan insan yaşayan bir ölüdür belki de. Hayal kurmak günlük kargaşamızdan kaçmaktır, bazı şeylerle yüzleşmektir.
Kabullenmişlik, “Ee öyledir zaten!” demek hiç bana göre değil. Vazgeçmek aslında korkaklık etmek belki de. İnsan inandığı, hayal ettiği şeyler uğruna savaşmalı! Beziyoruz, yeri geliyor yoruluyoruz; ama hayallerimizi ve istediklerimizi gerçekleştirmek kolay olacağını kimse söylemedi bizlere. Hiçbir şeyi kabullenip hayallerimizden vazgeçmemeliyiz bence. Kendimden basit bir örnek vermek isterim, ki bu aslında yeni nesilden daha birçok arkadaşımın duyduğu bir cümledir: “Şimdik yapan o A Levelları da Avrupa’ya gidip okuyacan? Hayaldir hayal bırak bu işleri aha DAÜ oraşda neyine yetmez ya da git Türkiye’de oku, zaten dönünca buraya gene memur olacan ya okuduğunu yapmaycan.” Yok, işte biz dönünce buraya memur olmamak için Avrupa’ya gidiyoruz! Bu yeni nesil sanki diğer nesillerden biraz daha yapıcı, adasına daha bir bağlı ve elini taşın altına koymaya daha bir hevesli. Biz var olanı değiştirmek ve ileriye götürmek istiyoruz. Evet, mesleklerimiz adada yok; ama ben inanıyorum, hayal ediyorum ki o istek içimizde vardır ve icraat olacaktır. Bizim hayallerimiz büyük çünkü.
Var olan durum şu an hayatımızı toplumun ellerine teslim etmek üzerine dayalı. Yani üç maymunu hem kendimize, hislerimize ve hayallerimize; hem de dışarıya, sorunlara uyguluyoruz. Gergedanlaşıyoruz.
“Gergedanlaşmak” terimi, Eugene Ionesco’nun Gergedanlar tiyatro oyunundan, tiyatro eleştirmeni Sevgi Sosyal tarafından alınmış ve oyundan esinlenilerek kullanılmıştır. Bu tiyatro oyunu faşizmin nasıl yükseldiğini, görmezden ve duymazdan gelindiğini, aynı zamanda faşistlere nasıl yol verildiğini anlatıyor. Kısaca günümüzde karşılaştığımız durum.
Hep bir kapitalist dünyaya sığma ya da yerleşme çabası, hep bir kalıba girme zorunluluğu… Sanki doğmadan bir kalıp yapılıyor bize ve yaşayan ölü misali mumyalanıp dünyaya yollanıyoruz. Acaba kendimizi başka bir yerde bir hayat daha var diye kandırıp, içinde bulunduğumuz anda bu yüzden mi yaşamıyoruz? Sanki bir sonraki hayata hazırlanır gibi hep bir telaş hep bir yetiştirme çabası içerisindeyiz. Durup hiç hayal kurmuyoruz. İşin garibi çoğu insan da bunun eksikliğini sanki hiç sezmiyor.
Düşünelim ki hepimizin elimizde birer anahtar var ve hiçbir kapıya bu anahtar uymuyor, bir türlü uyduramıyoruz. Öylece anahtara bakıyoruz, sonra ne yapacağımızı bilemeyerek zoraki bir anahtar deliğine sıkıştırıyoruz. Tabii ki anahtar oraya sıkışacaktır! Hâlbuki yapmamız gereken şey belki de kapımızı kendimizin inşa etmesidir. Tam da anahtarımızın gireceği, bize göre uygun, belki de rengârenk bir kapı. Hayal edip inşa etmemiz gerek.
“Kendin Ol” yazımda da yazdığım gibi bu alıntıyı tekrar etmek isterim:[1]
“Yolunu kendin yürüyebilmek için, yönünü kendin koymak zorundasın.” – Oruç Aruoba
Referans:
Kapak fotoğrafı için tıklayınız.