“‘Bugün beni saymayın’ demek istemez mi insan bazen bütün dünyaya? Ruhunu uyutmak. Dükkanı kapatıp, kapıya ‘Gittim gelicem’ yazısını asmak… Öyle işte. Bazen kendinden bile gitmek ister insan, kendi olma halinden bile izin almak. Bir süreliğine hiç kimse olmak.”
– Ece Temelkuran
Aynen böyle bir şey güçlü, ayakta duran biri olmak. Hedeflerine doğru ilerlemek ve sapmama çabası içinde olmak. Çevremizdeki o kadar olumsuz insana ve negatif taraftara rağmen yolunda yürüyen biri olmak bazen ağır geliyor. Durup o güçlü hâlimizden bile izin almak istiyoruz, hiçbir şey yapmadan belki de sadece gökyüzüne bakmak.
Doğrusu şu ki kimse farkında olmasa da yoruluyoruz, tükeniyoruz.
“Daha bu yaşta ne tükenmesi?” diyebilirsiniz tabii ki ama psikolojik bir tükeniş oluyor ve yıpratıyor bu bizi. Hep bir şeyler yapma çabasında olmak ve o koşuşturmanın içinde kendimize “Nasılım?” diye sormamak.
Nasıl ki dizüstü bilgisayarımızı uzun zaman kapatıp açmadan kullandığımızda yavaşlar ve bazı işlemleri yaparken zorlanır ve takılır ya da birden fazla uygulama açık olduğunda sıkıntı yaşatır bizlere ve onu bir gece kapatır kullanmayız ve ertesi gün kullandığımızda sapasağlam karşımızdadır; aynen o şekilde biraz kapanıp, fişi çekip dinlenme gereksinimi istiyor insan da.
Kendi yolumuzu, yolculuğumuzu seçen kişi olmak ya da farklı bir yoldan ilerleyen biri olmak ya da hayallerinin peşinden koşan kişi olmak hiç kolay değil. “Değişiklerdensin.” ya da “Anarşistsin.” “Sosyalistsin.” “Solcusun.” gibi isimlerle sınıflandırılmak ve bunu kabul etmek kolay değil. Kabul edip bununla motive olmak zorundayız ama. Anlamamız gereken bir diğer şey de şu ki hayallerimizin peşinde koşarken sırtımıza bir çanta alıp “Boş ver dünyayı!” diyerek gezemiyoruz. Hayatımız bir adet Amerikan romantik komedi filmi değil çünkü.
Sadece o sıkıcı işimizden istifa ederek gelmiyor hedeflerimiz ya da özgürlüğümüz. Zamanların en büyük buluşlarını, sanat harikalarını yaratan çoğu kişinin günlük sıkıcı ve yorucu işleri vardı. Mesela ünlü yazar Henry Miller bir metin yazarı olarak çalışmaktaydı ve bundan hiç hoşnut değildi. Fakat çalışmaya devam etti, çünkü yoksulluğu yaşamıştı ve bu işin onun kirasını, elektriğini, suyunu ödeyeceğini ve önüne bir tas yemek koyacağını biliyordu. En önemlisi bu iş, ilk romanı için gerekli olan yazı ekipmanını almasını sağlamıştı ona. Ya da ünlü yazar, şair Maya Angelou bir tramvay şefiydi. Ya da Vonnegut gibi taksicilik yapan yazarlar vardı. Kendilerini ve hayallerini desteklemek amaçlı ne yapmaları gerekiyorsa onları yapmışlardır. Hayat amaçlarına giden yolda hayatla boğuşmak ve şartlarına boyun eğmek gibi zorunlulukları vardı.
Çünkü hayat böyle bir şey. Ne kadar yorgun düşsek de, ne kadar yaptığımız şeyi ya da bulunduğumuz yerin şartlarını sevmesek de yaşamak için bazı fedakârlıklar yapmak zorunda kalıyoruz. Hayat bize bir rüzgâr savuracaktır ama amacımızı ve hayalimizi bilirsek bizi asla yere düşüremeyecektir. Amacımıza ve hayalimize inanmalıyız ve arkasında durmalıyız. Ne kadar yorgun düşersek düşelim insanız; dinlenmeliyiz ve sonrasında daha güçlü ayağa kalkmalıyız. Dinlenmemiz gereken yerde durup nefeslenmek bizi tembel değil insan yapar. Dinlenmemekse bizi hayatın o hafif rüzgârında savurur.
Kendi yolumuzu yürümek ve savunmak hem fiziksel hem de zihinsel olarak bizi fazlasıyla yoracak, yıpratacak ve yerle bir edecek bir şeydir. Ama değecektir. İleriye gitmek ve oraya varmak hepsine değecektir; yılmadan tekrar tekrar ayağa kalkmak.
Bu yazımı Tabella’nın yuvarlak masa etkinliği sonrası yazıyorum. Orada konuşmacı olan arkadaşlarımız Tabella’nın biz gençlerdeki yerini, Kıbrıs’a dönmek isteyişimizi ve insanların “Napacan buraşda? Gal oraşda.” şeklindeki tavsiyelerini çok güzel yorumladılar ve anlattılar. Özellikle, kitap fuarının da teması olduğu için, “vazgeçmemek” üzerinde duruldu. Bizler ufak da olsa bir savaş içindeyiz. Hem bizim nesil ile hem de bizden öncekilerle. Fakat etkinlikte de söylendiği gibi “ayağa kalktık ve yürüyoruz ve vazgeçmeyeceğiz”. Biz de farkındayız bu ülkede yaşamak zor; kariyerimiz açısından önü fazlasıyla tıkalı bir ülkeyiz ve ben sadece benim mesleğim yok diye demiyorum bunu. Bir avukat, doktor, öğretmen için bile (buradaki bile herhangi bir küçümseme odaklı değil genelleme bağlamında çoğu ülkede ortak olarak bulunan üç meslek oldukları için kullanmış olduğum bir kelimedir) kendini geliştirmek ve savunduğunun arkasında durmak zor.
Bazen ara vererek ve soluklanarak, bazense daha da kargaşaya batarak kendimize gelip hedefimize ulaşma çabasındayız. Dinlensek de vazgeçmiyoruz, çünkü vazgeçerek olmaz. Herhangi bir yolda baş ve hedef koyanlara: Vazgeçmeyin! Dinlenin, yorulun, ezilin elenin ama; vazgeçmeyin!
Fotoğraf için tıklayınız.