Kral Çıplak!

31 Ağustos – 1 Eylül tarihlerinde Kıbrıs Türk Gençlik Kongresi’ni gerçekleştirme onuruna nail olduk.

 

Düşünsenize, kökü nereden olursa olsun gençlik çağının en güzel meyvelerini bu topraklarda veren 200 tane genç Mağusa’da bir araya geldi ve 5 ana başlık ekseninde hem ülkemizin hem de ülke gençliği olarak kendilerinin yaşadıkları sorunları konuştular. Hepsinin ayrı bir rengi, hepsinin ayrı bir sorunu veya önceliği vardı…

 

Çocuk yaşta bu ülkeye gelip üniversiteyi bitirmesine ramak kalmış fakat hâlâ vatandaş yapılmamış kardeşlerimizden tutun da inancından dolayı ötekileştirilenlere, dünyanın en iyi üniversitelerinde eğitim görüp tek kuruş burs alamayanlara, siyasi ideolojisinden ötürü dışlananlara kadar bu erkek egemen, tek tipçi statükonun yarattığı siyasi rantın mağduru olan ve tüm bunlara isyan eden Kıbrıs Türk gençliği Mağusa’da zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok diye haykırırcasına iki gün boyunca on saatlik bir mesai harcadı. Birbirimizin hâlinden ancak biz anlarız dercesine uzlaşılmaz diye düşünülen birçok konuda da uzlaşma sağladılar. Ortak sorunları gibi farklılıklarına da tek tek sahip çıktılar.

 

Aslında gizliden gizliye kafamda Alan Touraine tarafından yazılan kitabın başlığı bir soru olarak belirdi: “Eşitliklerimiz ve farklılıklarımızla birlikte yaşayabilecek miyiz?”

 

Evet! Yaşayabiliriz. Çünkü Mağusa’da siyasilerin söylemeye ve yapmaya cesaret edemediklerini gençler statükoya karşı gülerek haykırıyordu…

 

Artık “Kral Çıplak”.

 

En acı ama gerçek karar ise toplum komitesinde belirdi. Komite, sıra siyasi partiler ve kurumlarla ilgili kısma gelindiğinde beklenilen fırsat ayağa gelmişçesine önce “genç” diye adlandırılan bizlerin özelliğinin yaşımız değil “eleştirmek, muhalif olan ve dinamizmle üretmek” olduğunu, ardından da ülkemizde “siyaset” diye yapılan uğraşın aslında gerçek siyaset olmadığını net bir dille ortaya koydu. Yıllardır bizleri “Gençlik, gelecektir.” sloganlarıyla geleceğe havale etmek isteyen ve bunu yapamadığı noktada “Gençler zaten apolitiktir.” gibi söylemler üreten bu statükoya karşı hep o söylediğim “Gençler politizedir, en net politik tepkileri de kendilerini görmezden gelen, birtakım ayrımlar yaparak siyasi ranta oyuncak eden bu siyaset kurumuna ve yöneten zihniyetedir.” tezim bilfiil hayat buluyordu. Tüm bu tartışmalar komitenin raporuna şu cümlelerle yansıdı:

“Oturumdaki insanlara siyasi partilerin gençlerin görüşlerini ancak siyasi ajandalarına uygun olduğunda önemsediklerini düşünüp düşünmedikleri sorulduğunda gençler önemli bir çoğunlukla bu yönde düşündüklerini dillendirdi. Siyasi partilerin daha kucaklayıcı bir imaj çizmeleri için gençlik kollarına insan alırken daha aktif ve eleştirel insanların alınmaya çalışılması komitedeki insanların önemli bir çoğunluğu tarafından mantıklı bir öneri olarak görüldü. Zaten hâlihazırda gençlik kollarında bulunan insanların da böyle davranmaya teşvik edilmeleri gerektiği de savunuldu.”

 

Komite bu kararlarla da sınırlı kalmadı. Bu kararlardan hareketle benim yönelttiğim “Peki bizim ihtiyacımız nedir? Gençlerin ne ideolojilerini ne de inançlarını bir kenara bırakmadan yer alabilecekleri bir oluşuma ihtiyaçları var mıdır?” sorusuna bir arkadaşımızın önce komiteye ardından da Sevgili Mustafa’ya ve bana dönüp “Bizlerin sadece ortak özelliklerimizle değil bizi burada ayrı bir renk haline getiren farklı özelliklerimizle de kucaklayacak, sesimizi duyuracak hem de buradan çıkan kararların takipçiliğini yapacak bir oluşuma ihtiyacımız vardır. Bu konu kongreyi yapan dört kuruma ve organizasyon komitesinin omuzlarına bırakılamayacak kadar ağır ve önemli bir sorumluluktur.” cümleleri Kongre’nin sonunda çıkacak bağımsız bir gençlik hareketinin kurulması kararının âdeta habercisi oldu. Rezil olmuş “kralı” devirmek için resmen gençlik yürüyüşe hazırlanıyor.

 

Kongrenin sonunda ise hem kongrenin tekrar yapılmasına hem de bağımsız bir gençlik hareketinin kuruluş kararlarlarının büyük bir coşkuyla alınması her şeyin daha yeni başlıyor oluşunun en net işaretlerinden biridir.

 

Şimdi haklı olarak sizler de soracaksınız “Bu kongrede Kıbrıs Türk gençliği ne yaşadı?” diye.

 

Kıbrıs’ın kuzeyindeki gerçeklerle bir yüzleşme…

 

Konuşamadıklarımız veya eksik bıraktıklarımız olmuşsa affola. Ama hatırlayın Nazım’ın dediğini:

“Dinleyip diyecek çok.

Fakat uzun söze vaktimiz yok.

Yürüyelim…”

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir